9.Sınıf Kimya Çevre Kimyası Konu Anlatımlı Ders Notları | Pdf

9.Sınıf Kimya Çevre Kimyası Konu Anlatım

Çevre Kimyası

Kimya biliminin gelişmesi ile birlikte hayatımıza bir çok kimyasal madde girmiştir. Kimyasal maddelerin ve atıklarının ya da üretimi sırasında oluşan istenmeyen bir çok maddenin çevreyi kirleten ve insan sağlığına zararları olan maddeler olduğu düşünülmemiş ya da göz ardı edilmiştir. Bu durum günümüzde çevre ve sağlık sorunlarına yol açmıştır. Bu zararlı kirletici kimyasallara maddelerin üretildiği fabrikaların atıkları, tarımda kullanılan gübre, tarım ilaçları, bilinçsiz kullanılan antibiyotik gibi ilaçlar ve hormonlar örnek verilebilir. Kirletici kimyasallar hava, su ve toprak kirliliğine neden olmaktadır.  
NOT: Sizlere daha iyi ve güncel ders notu sunabilmek için kendimizi sürekli yeniliyoruz. Sizlerde son eklenen güncel ders notları ve eğitim haberlerinden anında haberdar olmak istiyorsanız sitemize Üye Olarak bildirimlerden anında haberdar olabilirsiniz. ÜYE OLMAK İÇİN TIKLAYIN
  Kirletici Kimyasallar
Çevreyi kirleten maddelere aşağıdakiler örnek verilebilir:
  • Fosil yakıt kullanan araçların egzoz dumanları ayrıca baca gazları
  • Sanayi ve evsel atıklar
  • Plastik ve naylon gibi doğada bozulmadan uzun yıllar kalabilen atıklar
  • Kurşun, kadmiyum, nikel, kobalt, çinko, ve cıva gibi ağır metaller içeren atıklar, örneğin piller ve araç egzoz gazları
  • Tarımsal ilaçlar ve gübreler
  • Deodorantlarda ve soğutucularda kullanılan gazlar, örneğin CFC ler
  • Volkanik patlamalar ve yangınlar

Hava Kirliliği

Canlıların sağlığını olumsuz yönde etkileyen ve maddi zararlar meydana getiren havadaki yabancı maddelerin, normalin üzerindeki miktar ve yoğunluğa ulaşması hava kirliliği olarak adlandırılır. Sanayi tesislerinden ve taşıtların egzozlarından çıkan gazlar havayı kirleten başlıca nedenlerdir. Hava kirliği,
  • Cilt ve gözlerde tahrişe, astım, bronşit ve amfizem gibi so- lunum yolu hastalıklarına,
  • Solunum sistemlerini etkileyerek vücuda oksijen girmesini engelleyerek kalp ve damar hastalıklarına
  • Metallerde paslanma, aşınma ve renk değişikliğine, beton- da kalkmalara, kalker, kum taşları, kiremit ve boyaların bo- zulmasına,
  • Toprağın asitlenerek verimsizleşmesine,
  • Sera etkisine ve ozon delinmesine neden olur.
Havayı kirleten en önemli kaynaklar şunlardır:
  • Taşıtların egzoz gazları
  • Baca gazları
  • Volkanlar
  • Enerji santralleri
  • Kum fırtınaları
  • Çimento fabrikaları
  • Petrol rafinerileri
  • Demir – çelik işletmeleri
  • Orman yangınları
  • Kimyasal üreten fabrikalar

Sera Etkisi

Dünya’ya ulaşan güneş ışınlarının bir kısmı uzaya kaçar bir kısmını ise atmosferdeki gazlar tarafından tutulur. Dünyadan yansıyan ışınların ve ısının bir kısmının atmosferdeki gazlar tarafından tutulmasına sera etkisi adı verilir.

Sera Etkisinin Sonuçları

Atmosferdeki sera etkisine neden olan gazların miktarı arttıkça tutulan ısı miktarı yani sera etkisi artar. Sera etkisi şu sonuçları doğurur:
  • Dünya’nın ortalama sıcaklığı artar. Buna küresel ısınma adı verilir.
  • Buzulların erimesi ve iklim değişiklikleri olur.
  • Toprak çoraklaşarak verimsizleşir.

Ozon Tabakasının İncelmesi

Asit Yağmurları

Hava Kirliliğini Azaltma Yöntemleri

Su Kirliliği

Su Kirliliğini Azaltma Yöntemleri

Toprak Kirliliği

Gübrelerin çevreye etkisi

Toprakta eksik ve alınmayacak durumda olan elementlerin kimyasal yolla verilmesine kimyasal gübreleme denir. Bitkiler gelişmeleri için gerekli olan ısı, ışık, karbon ve oksijeni havadan alırlar. Topraktan ise N P. K, Ca, Mg ,S, Fe Zn, Cu, B, elementlerini alırlar. Bitkilerin sağlıklı büyümesi için bu elementlerden bazıları toprağa dışarıdan verilir bu elementlerin en önemlileri N, P ve K dır. Toprağın pH değeri belirli aralıktadır aşırı kimyasal gübreleme sonucu toprağın pH değeri değişir ve denge bozulur. Bu yüzden toprak analiz edilerek gübreleme yapılmalıdır. Yanlış gübreleme sonucunda toprağın humus oranı azalır ve gübre toprakta tutunamaz duruma gelir bunun sonucu olarak toprağın üst kısımları kumlaşıp alt kısımları sertleşir bu durum ise tarım arazilerinin önemli miktarda azalmasına neden olur Deterjanların çevreye etkisi Genelde deterjanların içine pahalı olan yüzey aktif maddeleri yerine maliyeti daha düşük seviyede tutmak için daha ucuz olan bentonit, kaolin, tuzlar asitler ve silikatlar gibi temizleyici özellikleri olan fakat suda az çözünen maddeler karıştırılmaktadır Bu durumdan ötürü su ve toprakta çevre kirliliği oluşmaktadır. Yüzey aktif maddesi LAB (Lineer alkil benzen ) ve benzeri yapıda olan deterjanlar toprakta hızlı bozunmaya uğradığı için deterjan üretiminde tercih edilmektedir. Deterjanın yapısında yüzey aktif madde dışında önemli oranda beyazlatıcı, yumuşatıcı, köpürücü, temizleyici, parlatıcı ve antiseptik maddeleri de bulunmaktadır. Bu katkı maddelerinin çevre ve insan sağlığına zararlı etkileri vardır. Kimyasal maddeler verdikleri zararlar açısından su kirleticiler, toprak kirleticiler, atmosfer kirleticileri, olarak sınıflandırılırlar. Kaynakça : https://www.eokultv.com/cevre-kimyasi/14770

9.Sınıf Kimya Maddenin Halleri Konu Anlatımlı Ders Notları | Pdf

Maddenin Halleri ve Özellikleri

16.04.2018 – 06:05
Doğanın temel varlığı maddedir. Madde atomlardan oluşmuş ve kütlesi olan her şeydir. Madde nedir adlı yazıda maddeyi daha önce tanıtmıştık. Bu yazıda maddenin halleri nelerdir ve hallerde maddeler ne tür özellikler taşır bu konu üzerinde duracağız.
NOT: Sizlere daha iyi ve güncel ders notu sunabilmek için kendimizi sürekli yeniliyoruz. Sizlerde son eklenen güncel ders notları ve eğitim haberlerinden anında haberdar olmak istiyorsanız sitemize Üye Olarak bildirimlerden anında haberdar olabilirsiniz. ÜYE OLMAK İÇİN TIKLAYIN
  Maddenin halleri konusu 3. sınıf ve 4. sınıf fen bilgisi derslerinden karşımıza çıkmaya başlar. Daha sonra lisede 9. sınıf kimya dersinde bu konuyu detaylı olarak öğreniriz. Fizik ve kimyanın ortak alanı olan bu konu fen bilimlerinin de temeli sayılabilir.

Maddenin Halleri Nelerdir?

Maddenin 4 hali vardır. Bu hallerden ilk üçü olan katı, sıvı ve gaz halini zaten biliyoruz. Bir de maddenin plazma hali vardır. Aslında bunların da dışında maddenin 5. hali olan Bose-Einstein yoğuşması hali de bulunmaktadır. Ancak şimdilik kafa karıştırmadan maddenin dört hali üzerinde duralım.
  1. Katı
  2. Sıvı
  3. Gaz
  4. Plazma
Maddenin halleri arasındaki en temel fark yoğunluktur. Aynı madde farklı fazlarda farklı yoğunluk göstermektedir. Madde ve özellikleri konusunda maddenin farklı hallerdeki ortak ve ayırt edici özellikleri üzerinde durmuştuk. Maddenin bir halden diğer bir hale geçmesi için gereken şey ise ısı enerjisidir.

Katı

Maddenin katı hali en düzenli halidir. Katılar belirli bir şekle ve hacme sahiptir, çünkü katıyı oluşturan moleküller birbirine yakın şekilde dizilmiştir ve yavaşça hareket eder. Katı maddelerden birçoğu kristaldir. Kristalli katıların örnekleri arasında sofra tuzu, şeker, elmas ve diğer birçok mineral bulunur. Sıvı veya gazlar soğutulduğunda bazen katı maddeler oluşur. Örneğin buz, oda sıcaklığında sıvı olan suyun soğutulması sonucu elde edilen bir katıdır. Her maddenin katı hali olmakla birlikte günlük hayatta biz şu katı bu sıvı derken genellikle oda sıcaklığındaki durumunu değerlendiririz. Örneğin bize göre demir katıdır. Oysa demirin yüksek sıcaklıklardaki hali sıvıdır. Ancak aklımıza ilk gelen demir katı demirdir.

Katıların Özellikleri

Katıların özellikleri maddeler halinde şöyle sıralanabilir:
  • Maddenin en düzenli halidir.
  • Katıların belirli bir hacmi ve şekli vardır.
  • Moleküller sık ve düzenli dizilmiştir. Moleküller arası boşluk azdır.
  • Katıların molekülleri yer değiştirme hareketi yapmaz. Sadece titreşim hareketi yapar. Bu nedenle katılar akışkan değildir.
  • Katılar sıkıştırılamaz olarak kabul edilir.

Sıvı

Maddenin akla gelen ilk akışkan halidir. Su bildiğimiz en yaygın sıvıdır ve yaşamın da temelini oluşturur. Okyanus ve deniz gibi büyük su kütleleri sudan meydana gelmiştir. Evde tavaya döktüğümüz yağ da bir sıvı örneğidir.

Sıvıların Özellikleri

Sıvı maddeler aşağıdaki özelliklere sahiptirler:
  • Katılara göre daha az düzenlidirler.
  • Moleküller birbiri üzerinden kayarak hareket eder. Bu nedenle sıvılar akışkandır.
  • Moleküller arası boşluklar yine azdır ancak katılara kıyasla daha fazladır.
  • Sıvıların belirli bir hacmi vardır çünkü moleküller arası çekim gücü onları bir arada tutabilecek kadar güçlüdür.
  • Sıvıların belirli bir şekli yoktur. İçine girdikleri kabın şeklini alırlar.
  • Sıvılarda adezyon, kohezyon gibi kuvvetler bulunur. Aynı zamanda akışkanlığa karşı direnç sağlayan viskositeleri vardır.
  • Sıvılar sıkıştırılamaz olarak kabul edilir.

Gaz

Sıvı maddelerden daha da serbest olan madde fazıdır. Bir gazın ne kesin bir hacmi ne de belirli bir şekli vardır. Bazı gazlar görülebilir ve hissedilebilir, ancak çoğu gaz görülmez ve varlığı da hissedilmez. Gazlara örnek olarak hava, oksijen ve hidrojen verilebilir. Dünya atmosferi, azot, oksijen ve karbondioksit başta olmak üzere çeşitli gazlardan oluşur.

Gazların Özellikleri

Gazların özelliklerini şöyle özetleyebiliriz:
  • Gazlar maddenin düzensiz halidir.
  • Moleküller arası çekim kuvveti yok denecek kadar azdır.
  • Gazların hacimleri ve şekilleri yoktur.
  • İdeal gazların hacmi sabit kabul edilir.
  • Akışkan ve sürekli hareket halindedir.
  • Sıkıştırılabilir ve genişletilebilir.
  • Hacimleri azaltıldığında basınçları artar.
  • Ortama çok kolay yayılırlar.
Maddelerin fiziksel hallerinde meydana gelen değişimlerin tümü fiziksel değişmedir ve meydana gelen değişimin türüne göre farklı isimler alır. ERİME:Maddenin katı halden sıvı hale geçmesidir.Bu sırada ısı alır. DONMA:Maddenin sıvı halden katı hale geçmesidir.Bu sırada ısı verir. BUHARLAŞMA:Maddenin sıvı halden gaz hale geçmedir.Bu sırada ısı alır. YOĞUNLAŞMA:Maddenin gaz halden sıvı hale geçmesidir.Bu sırada ısı verir. SÜBLİMLEŞME:Maddenin katı halden sıvı hale geçmeden gaz hale geçmesidir.

Plazma

Maddenin halleri içerisinde günlük hayatta çok karşılaşmadığımız hal plazma halidir. Plazmanın ne kesin bir hacmi ne de belirli bir şekli vardır. Plazma genellikle iyonize gazlarda görülür, ancak bir gazdan farklıdır çünkü benzersiz özelliklere sahiptir. Serbest elektriksel yükler (atomlara veya iyonlara bağlı olmayan), plazmanın elektriksel olarak iletken olmasına neden olur. Plazma bir gazın ısıtılması ve iyonlaştırılmasıyla oluşturulabilir. Plazmanın örnekleri arasında yıldızlar, yıldırım, flüoresan ışıklar ve neon lambalar bulunur.

Plazmanın Özellikleri

Plazmanın temel özellikleri şöyle sıralanablir:
  • Plazma iyi bir iletkendir. Isı ve elektriği iyi iletir.
  • Elektrik ve manyetik alanla etkileşemi girer.
  • Kimyasal tepkimeleri çok hızlı gerçekleşir.
  • Yüksek sıcaklık ve enerji yoğunluğuna sahiptir.
Maddeler bir halden diğer hale ısı etkisiyle geçiş yapar. Maddenin farklı hallerinde özellikleri de farklıdır. Kaynakça : http://webders.net/661/maddenin-halleri-ve-ozellikleri.html  

9.Sınıf Kimya Kimyasal Türler Arası Etkileşimler Konu Anlatımlı Ders Notları | Pdf

Kimyasal Türler Arası Etkileşimler

Kimyasal türler arası etkileşimler kimya dersinin önemli bir konusudur. Evrende bulunan bütün maddeler tanecikli yapıdadır. Maddenin özelliğini gösteren en küçük yapı taşı olan bu tanecikler kimyasal tür olarak adlandırılır.
NOT: Sizlere daha iyi ve güncel ders notu sunabilmek için kendimizi sürekli yeniliyoruz. Sizlerde son eklenen güncel ders notları ve eğitim haberlerinden anında haberdar olmak istiyorsanız sitemize Üye Olarak bildirimlerden anında haberdar olabilirsiniz. ÜYE OLMAK İÇİN TIKLAYIN
 

Kimyasal Türler

Kimyasal türler arası etkileşimleri anlayabilmek için kimyasal türleri anlamak gerekir. Temelde 4 tane kimyasal tür vardır. Kimyasal türler;
  • Atom
  • Molekül
  • İyon
  • Radikal
olarak sınıflandırılır.

Atom

Elementlerin tüm özelliklerini taşıyan en küçük yapıtaşına atom denir. Aynı tür atomlardan oluşan maddelere element denir. Bazı atomlar doğada atomları halinde bulunurken, bazıları bileşikleri halinde bulunur. Örneğin soygazlar doğada atomik halde bulunur. Bazı soygaz atomlarının elektron nokta yapıları (Lewis yapıları) aşağıda verilmiştir.

Molekül

En az iki atomun kovalent bağla oluşturdukları atom gruplarına molekül denir. Aynı tür atomlardan oluşan moleküller, element molekülüdür. Farklı tür atomlardan oluşan moleküller ise bileşik molekülüdür. Element molekülü: H2, O2, Cl2, Br2, N2, P4, Bileşik molekülü: H2O, CO2, CH4, NH4, NH3,

İyon

Herhangi bir atom elektron kaybettiğinde pozitif yüklenerek katyon iyonunu oluşturur. Eğer atom elektron kazanırsa negatif yüklenir ve anyon iyonu haline gelir. İki çeşit iyon vardır. Tek atomlu ve poli atomlu. Tek atomlu: Mg+2, F-1, Na+1 Poli atomlu: OH, NH4, S04-2

Radikal

Ortaklanmamış elektron bulunduran taneciklere radikal denir. Radikaller yüksek enerjili ve kararsız ara ürünlerdir. Kararsız oldukları için kimyasal tepkimelere girme istekleri oldukça yüksektir. Formüllerinin üzerine nokta”.” konularak gösterilirler. Serbest radikaller tek atomlu olabildiği gibi birden çok atom içeren atom grupları da olabilirler.

Kimyasal Bağların Oluşum Mekanizması

Kimyasal bağlar kimyasal türler arası etkileşimler aracılığıyla meydana gelirler. Atomlar arasında kimyasal bağ oluşacağı zaman atom çekirdeğine en uzakta bulunan elektronlar (değerlik elektronları) etkileşir. Bir atomun dış katmanındaki elektronlarına değerlik elektronları denir. Birbirinden bağımsız iki (farklı ya da aynı) kimyasal tür birbirine yaklaştığında elektron bulutları ve çekirdekleri arasında elektrostatik çekim meydana gelir. Elektrostatik çekim sayesinde çekme ve itme kuvvetleri meydana gelir. İki atom birbirine yaklaştığında çeşitli İtme ve çekme kuvvetleri oluşur. Buradaki kuvvetler için; Pozitif yükler (çekirdekler) birbirini İter. Negatif yükler (elektronlar) birbirini İter. Çekirdekler (pozitif yükleri) diğer kimyasal türün elektronlarını çeker. Kimyasal türler arasında gerçekleşen etkileşimler karşılaştırıldığında çekme kuvvetleri itme kuvvetlerinden çok büyükse güçlü etkileşimler yani kimyasal bağlar oluşur. Çekme kuvvetleri itme kuvvetlerinden biraz büyükse zayıf etkileşimler yani fiziksel bağlar oluşur.

Bağ Enerjisi

İki atomlu bir gaz molekülünü nötral atomlarına ayrıştırmak İçin gereken enerji bağ enerjisi olarak adlandırılır. O2(g)+ 145 kJ.mol-1 → O(g) + O(g) H2(g)+ 436 kJ.mol-1 → H(g) + H(g) O2 molekülünün O atomlarına ayrışması için mol başına 145 kJ lük enerji gerekirken, H2 molekülünü atomlarına ayrıştırmak için mol başına 436 kJ lük enerji vermemiz gerekir. Buna göre, H2 molekülleri 02 moleküllerinden daha kararlıdır. H2O(s) + 43,9 kJ.mol-1 → H2O(g) Verilen örneklerden de görüldüğü gibi kimyasal türleri birbirinden ayırmak için enerji gereklidir. Kimyasal türleri birbirinden ayırmak için gereken enerji 40.kJ.mol-1 veya daha fazla İse bu türler arasındaki etkileşim güçlü etkileşim (kimyasal bağ) olarak kabul edilir. Kimyasal türleri birbirinden ayırmak için 40 kJ.mol-1 den daha az enerji gerekiyorsa türler arasında zayıf etkileşim (fiziksel bağ) meydana gelir. Bağlar oluştuğunda veya koptuğunda farklı kimlikte yeni kimyasal türler meydana geldiğinde enerji değişimi yüksek olur. Hal değişimi ve çözünme gibi fiziksel bağların rol aldığı değişimlerde İse maddelerin kimliğinde bir değişim olmaz, bu nedenle enerji değişimi daha küçük olur.

Kimyasal Türler Arası Etkileşimlerin Sınıflandırılması

Kimyasal türler arası etkileşimler önce güçlü ve zayıf etkileşimler olarak ikiye ayrılır. Sonra bu etkileşimler de kendi alt başlıkları arasında türlere ayrılır. kimyasal türler arası etkileşimler
Kimyasal türler arası etkileşimler tablo olarak iyi sınıflandırılırsa konuyu anlamak çok daha kolay olur.

Güçlü Etkileşimler

Kimyasal türler arasında oluşan güçlü etkileşimler üç tanedir. 1-İyonik bağlar, elektronlar bir atomdan diğerine aktarıldığı zaman meydana gelir. Tepkimeye giren elementlerden birinin atomları,elektron kaybedip pozitif yüklü iyonlara dönüşürken,diğer elementin atomları elektron kazanıp negatif yüklü iyon oluştururlar. Böylece zıt(artı-eksi) bir şekilde yüklenmiş iyonlar arasındaki elektrostatik çekim kuvveti,söz konusu iyonları bir kristal içinde tutar. 2- Kovalent bağlarda elektronlar, bir atomdan diğerine aktarılmaksızın ortaklaşa kullanılır. Tek kovalent bağ,iki atom tarafından bölünmüş yani ortaklaşa kullanılan bir elektron çiftinden ibarettir. Moleküller birbirlerine kovalent bağlarla bağlanmış atomlardan meydana gelir. 3-Metalik bağlar, metal ve alaşımlarda bulunur. Metal atomları üç boyutlu bir yapı içinde düzenlenirler. Bu atomların en dış elektronları, yapının her tarafında serbestçe dolaşır ve atomların birbirlerine bağlanmasını sağlarlar.

İyonik Bağ

Metal ve Ametal atomları arasında elektron alışverişi ile oluşan kimyasal bağ iyonik bağdır. Bileşik oluşurken metal elektron verir, ametalde elektron alır. Atomlardan elektron kaybıyla oluşan pozitif iyonlara ise katyon denir. Atomların elektron kazanarak oluşturdukları negatif iyonlar da anyon olarak isimlendirilir. Bu iyonlar bir araya getirildiklerinde bir kristal oluşturmak üzere birbirlerini çekerler. A gruplarındaki elementlerin bileşikleri çoğu kez elementlerin simgeleri ile birlikte değerlik elektronlarını gösteren noktalar kullanılarak ifade edilir. Değerlik elektronları baş grup (A grubu) elementlerinin kimyasal tepkimelerinde kullanılan elektronlardır. Örneğin; bir sodyum atomu ile bir klor atomu arasındaki tepkimeyi ele alalım: Sodyum 1A grubunda olup sadece bir değerlik elektronuna sahiptir. Klor atomu ise 7A grubunun bir üyesi olduğundan 7 değerlik elektronuna sahiptir. Bu iki atom arasındaki tepkimede sodyum atomu 1 elektron kaybeder. Sodyum atomunun kaybetmiş olduğu elektron klor atomu tarafından kazanılır. Sodyum çekirdeği 11 proton (11+ yük) ve sodyum iyonu da yalnız 10 elektron (bir elektron kaybetmiş oluyor) içerdiğinden sodyum atomunun bir elektron kaybetmesiyle 1+ yüklü sodyum iyonu oluşur. Diğer taraftan, klor çekirdeği 17 proton (17+ yük) ve klor iyonu da 18 elektron (bir elektron kazanılmış oluyor) içerdiğinden klor atomunun bir elektron kazanmasıyla da 1- yüklü bir klorür iyonu meydana gelir. Sonuç: Görüldüğü gibi, bu tepkimede, sodyum tarafından kaybedilen elektronların toplam sayısı klor tarafından kazanılan elektronların toplam sayısına eşit olmalıdır. Böylece oluşan sodyum iyonlarının sayısı ile meydana gelen klorür iyonlarının sayısı aynı olduğundan NaCl formülü bileşikte bulunan iyonların en basit oranını (1:1) verir. Bu iyonlar bir kristal oluşturmak üzere birbirini çekerler. Sodyum klorür kristalinde bir iyonun tümüyle diğer bir iyona ait olduğu söylenemez. Aksine, kristal yapıda her bir sodyum iyonu altı klorür iyonu ile her bir klorür iyonu da altı sodyum iyonu ile çevrilmiştir. Kristal içerisinde iyonların bu şekilde düzenlenmesiyle benzer yüklü iyonların birbirlerini itmeleri, zıt yüklü iyonların birbirlerini çekmeleri tarafından bastırıldığı için net çekim kristalibir arada tutar.

İyonik Bağların Sağlamlığı

İyonik bağlı bileşiklerde iyonik bağın sağlamlığı iyon yarıçaplarına ve iyon yüklerine göre yorumlanabilir. İyon yarıçapı arttıkça, elektrostatik çekim gücü azalır. İyon yükü arttıkça çekim gücü artar ve iyonik bağın kuvveti artar. Örneğin, NaF, NaCI, NaBr ve Nal bileşiklerindeki iyonik bağların sağlamlığını karşılaştırmak için bileşiklerdeki iyonlar arası uzaklıklara bakılabilir. İyon yarıçapları I– > Br– > Cl > F– şeklindedir. İyonların çekirdekleri arasındaki uzaklık azaldıkça iyonik bağ daha sağlam hale gelir. Böylece erime noktası yükselir. İyonlar arası uzaklık: Nal > NaBr > NaCI > NaF şeklindedir. İyonik bağın sağlamlığı: NaF > NaCI > NaBr > Nal şeklindedir. Bileşiklerin erime noktaları: NaF > NaCI > NaBr > Nal şeklindedir. Örneğin, CaO ve CaCI2 bileşiklerindeki iyonik bağların sağlamlığını karşılaştırmak için iyonların yüklerine bakılabilir. Coulomb kanununa göre yüklerin büyüklüğü arttıkça, elektrostatik çekim kuvveti artar. CaO katısındaki anyonun yükü (O-2), CaCI2‘deki anyonun yükünden (Cl) daha büyüktür. Dolayısıyla elektrostatik çekim kuvveti CaO katısında daha büyüktür. Bunun sonucu olarak iyonik bağ CaO’de daha sağlamdır, erime noktası da daha yüksektir.

İyonik Bağlı Bileşiklerin Özellikleri

İyonik bağlı bileşikler zıt yüklü iyonların bir araya gelmesiyle oluşan elektrostatik çekim kuvveti olduğundan, erime ve kaynama noktaları yüksektir. İyonik bileşiklerin katı halleri sert ve kırılgandır. İyonik katı üzerine çekiçle vurulduğunda iyonik kristalin düzenli yapısı bozulur ve kırılma olayı gerçekleşir. Bu yüzden iyonik katılar çekiçle dövülerek şekillendirilemez. İyonik bağlı katılarda iyonlar hareket etmediği için elektrik akımını iletmezler. İyonik katılar suda çözündüğünde sulu çözeltilerine iyonlarını verirler, böylelikle oluşan çözelti elektrik akımını iletir. (Elektrolit çözelti oluşur.) İyonik katılar sıvı hale dönüştüğünde elektrik akımını iletir.

Kovalent bağ

Metan molekülünde kovalent bağlı haldeki hidrojen ve karbon.
Metan molekülünde kovalent bağlı haldeki hidrojen ve karbon.
Elektronları bağlamak için girilen yarışma, iyon bağında olduğu kadar şiddetli değilse atomların var olan dış elektronlar paylaşılır ve bir ortaklaşma bağı ya da kovalent bağ oluşur. Ametal atomları etkileştiği zaman kovalent bağlarda bir arada tutulan moleküller oluşur. Bu atomlar elektron çekimi bakımından birbirlerine benzediklerinden, kovalent bağların oluşması sırasında herhangi bir elektron aktarımı olmaz. Bunun yerine elektronlar ortaklaşa kullanılırlar. Kovalent bir bağ genellikle iki atom tarafından parçalanmış ters spinli bir elektron çifti içerir. Kovalent bağlar yapısına göre ikiye ayrılır:

Apolar kovalent bağ:

Aynı cins iki ametal atomunun birleşmesiyle oluşur. Apolar kovalent bağa en iyi örneklerden biri, iki oksijen atomunun elektronlarını ortaklaşa kullanarak oluşturdukları bağıdır. Bu bağlarda ortaklaşa kullanılan elektronlar eşit paylaşıldığından dolayı molekülün pozitif veya negatif kutbu yoktur.

Polar kovalent bağlar:

İki farklı cins atomun bir araya gelmesiyle oluşur. Bu bağlarda ametallerden biri ortaklaşa kullanıldığından dolayı molekülün bir ucu pozitif (+), diğer ucu negatif (-) yüklenir. Suyu oluşturan hidrojen ve oksijen moleküllerinin son orbitallerindeki elektronların ortak kullanılmasıyla polar kovalent bağ oluşur. Örnek olarak, iki hidrojen atomundan oluşan bir bağ düşünülebilir. Her bir hidrojen atomu 1s orbitalinde atom çekirdeği etrafında simetrik bir dağılım gösteren tek bir elektrona sahiptir. İki hidrojen atomu bir kovalent bağ oluşturduğu zaman atomik orbitaller öyle bir şekilde üst üste binerler, böylece çekirdekler arasındaki bölgede elektron bulutları birbirlerini destekleyip bu bölgedeki elektronun bulunma olasılığını arttırırlar. Pauli dışlama ilkesine göre bağı oluşturan iki elektron mutlaka ters spinli olmalıdır. Bir kovalent bağın kuvveti, pozitif yüklü çekirdek ile bağa ilişkin negatif elektron bulutu arasındaki çekimden gelir.

Metalik Bağlar

Metallerin iyonlaşma enerjileri ile elektronegatiflikleri oldukça düşüktür. Bunun sonucu olarak metal atomlarının en dış elektronları nispeten gevşek tutulur. Metalik bir kristalde, en dış elektronları çıkarılmış atomlardan ibaret olan pozitif iyonlar kristal örgüde ilgili yerlerde bulunur ve en dış elektronların örgünün her tarafında serbestçe hareket etmesiyle de kristaldeki atomlar bir arada tutulur. Diğer bir deyişle örgü içersinde dağılan ve kristalin bütününe ait olan elektron bulutu ile pozitif iyonlar arasındaki elektrostatik çekim metalik bağı oluşturmaktadır. Metalik katıların çoğunda hareketlidirler. Bunun sonucu olan artı iyonlar,genişlemiş bir üçboyutlu diziliş içinde yer alırlar;ama elektronlar yöresizleşir. Bu maddelerin yüksek ısı, iletkenliği, dayanıklılık, yüksek kaynama noktası, yüksek yoğunluk, renk ve elektrik iletkenliği gibi özelliklerinin bir çoğu, hareketli elktronlardan kaynaklanır. Yalnızca birkaç iyon yığışması şeması uygulanabilir ve X ışını çözümlemesi,metal iyonlarının genişlemiş örgülü yapı içinde kazandığı bağ uzunlukları ve geometrik şekiller konusunda ayrıntılı bilgi sağlar. Basit küp biçimi şekiller, ortada başka bir iyonun bulunduğu küp biçimi şekiller ve altıgen yığışma, en sık rastlanan şekillerdir. Metal alaşımları,erimiş haldeki metallerin karıştırıldıktan sonra dikkatlice soğutulmasıyla elde edilir. Bu yolla oluşan gereçlerin özellikleri bileşenlerinin özelliklerinden genellikle çok farklıdır. MOLEKÜLLER ARASI BAĞLAR Maddeler gaz halinde iken moleküller hemen hemen birbirinden bağımsız hareket ederler ve moleküller arasında herhangi bir itme ve çekme kuvveti yok denecek kadar azdır. Maddeler sıvı hale getirildiklerinde ya da katı halde bulunduklarında moleküller birbirlerine yaklaşacağından moleküller arasında bir itme ve çekme kuvveti oluşacaktır. Bu etkileşmeye molekül arası bağ denir. Bu çekim kimyasal bağ tanımına girmez. Maddelerin erime ve kaynama noktalarının yüksek ya da düşük olması molekül arasında oluşan bağların kuvvetiyle ilişkilidir. ZAYIF ETKİLEŞİMLER Zayıf bağlar Van Der Walls bağları ve hidrojen bağları olarak gruplandırılır. Van der walls bağları kendi arasında dipol-dipol bağları iyon-dipol bağları indüklenmiş dipol bağları olarak sınıflandırılır. HİDROJEN BAĞLARI N, O veya F atomuna bağlı H atomunun başka bir moleküldeki N, O veya F atomuyla oluşturduğu bağa hidrojen bağı denir. Bir molekülde hidrojen bağı varsa kaynama noktası yükselir. Bazı hidrojen içeren bileşiklerde moleküller arası çekim kuvvetleri olağan üstü yüksektir. Bu çekim kuvvetleri, hidrojenin atom çapı küçük ve çok elektronegatif olan elementlere kovalent bağlı olduğu bileşiklerde görülür. Bu bileşiklerde elektronegatif element bağı elektronlarını öyle kuvvetlice çeker ki hidrojen önemli miktarda kısmi + yük kazanır. Aslında,hidrojen elementinin perdeleyici elektronları olmadığından burada hidrojen hemen hemen çıplak bir protondur. Bir molekülün hidrojen atomu ve diğer bir molekülün elektronegatif elementinde bulunan paylaşılmamış elektron çifti birbirini çekerek bir hidrojen bağı oluşturur. Her hidrojen atomu küçük boyutlu olduğundan ancak bir hidrojen bağı yapabilir. Bir çok ortaklaşma molekülünde bulunan çift kutup momentlerinin etkileşmesinin yol açtığı zayıf çekim güçleri, kararlılaşmaya ve birleşimsel bağlanmaya neden olabilir. Su(H O) yada amonyak(NH) gibi moleküllerdeki hidrojen atomları ikinci bir bileşikte bulunan oksijen yada azot atomlarının üstündeki yalnız elektron çiftleri gibi eksi yüklü bir merkezle etkileşmeye girebilirler. Etkileşme enerjileri,tipik olarak,bir ortaklaşma bağının enerjisinin yalnızca %5’i kadardır;ama bir çok fiziksel ve kimyasal süreç açısından çok önemlidir. Söz gelimi,suyun ve buzun yapısı ‘hidrojen bağı’ denilen bu bağların karışık etkileşmelerin sonucudur. Buz, gerçekte sıcaklığa ve uygulanan basınca bağlı olarak bir çok farklı billur yapısı oluşturur; bu çeşitlilik karmaşık hidrojen bağı şekillerinin farklı biçimlerde düzenlenebilmesinden ileri gelir. VAN DER WALLS BAĞLARI Kalıcı dipol ve indüklenmiş dipole sahip olan kimyasal türlerin kendi aralarında ve diğer türler ile yaptığı her türlü fiziksel bağ (hidrojen bağı hariç) Van der waals bağıdır. Dipol – dipol Bağları: Polar moleküller arasında oluşan bağ türüdür. İki polar molekül birbirine yaklaşırken birinin pozitif kutbu ile diğerinin negatif kutbu arasında oluşan elektrostatik çekmelere dipol – dipol kuvvetleri denir. Dipol – dipol bağlarında sadece çekme kuvvetleri yoktur, benzer yükler arasında itme kuvvetlerinde vardır. Bu da oluşan bağı zayıflatır, taneciklerin düzenli bir şekilde bir araya gelmelerini engeller. Dipol – dipol kuvvetleri HCI, Hl gibi maddelerin yoğun fazlarında görülen ya da bu tür maddelerin birbiri içinde çözünmesi sırasında oluşan kuvvet türüdür. Bu nedenle polar yapıya sahip moleküller birbiri içinde çözünebilir. Örneğin etil alkolün (C2H5OH) su içerisinde çözünmesinde her iki molekülün de polar yapıya sahip olması önemli bir etkendir. İyon – Dipol Bağları: Bir iyonun polar bir molekül ile etkileşmesi sırasında oluşan bağ türüdür. Katyonlar molekülün negatif kutbu ile anyonlar ile molekülün pozitif kutbu ile etkileşir. Yemek tuzunun (NaCI) suda çözünmesi olayında tanecikler arasında oluşan etkileşim iyon – dipol bağıdır. NaCI kristalleri suya atıldığında polar su moleküllerinin negatif kutbu Na+ katyonlarına pozitif kutbu Cliyonlarına yaklaşır ve iyonlar kristal örgüden koparak su içerisinde dağılırlar. İndüklenmiş (Geçici) Dipoller Arasındaki Bağlar (London Kuvvetleri): Polar olmayan He, Ne, H2, O2, CO2 gibi tanecikler arasında çekim kuvvetleri oldukça zayıftır. Bu taneciklerin birbiri ile çarpışması sonucunda geçici dipoller oluşur. Geçici dipoller sayesinde N2, CO2, CH4 gibi apolar moleküller sıvı hatta katı hale geçebilirler. İndüklenmiş dipol – indüklenmiş dipol kuvvetlerine London kuvvetleri de denir. Bu kuvvetler ilk kez Fritz London tarafından açıklanmıştır. Anlık sürelerde gerçekleştiği için London kuvvetleri moleküller arası etkileşimlerin en zayıfı olarak kabul edilir. Apolar moleküller arasında yalnızca London kuvvetleri bulunur.

Kaynama Noktası ve London Kuvvetleri

London kuvvetleri elektron hareketliliğine bağlı olduğu için elektron sayısı arttıkça etkileşimler de artar. Bunun sonucu olarak da kaynama noktası artar. Molekül formülleri aynı fakat uzaydaki dizilişleri farklı bileşiklere izomer denir. İzomer moleküllerden doğrusal yapılı olanların indüklenmiş dipol potansiyeli küresel olanlara göre daha büyük olur. Bu nedenle bu tür moleküllerin London kuvvetleri daha güçlü olur. Bunun sonucu olarak erime ve kaynama noktaları daha yüksektir. Örneğin CCI4 sıvısında yemek tuzunun (NaCI) çözünmesi ile iyon – indüklenmiş dipol etkileşimi meydana gelir. Dipol – İndüklenmiş Dipol Etkileşimi: Polar maddelerin dipolleri ile apolar maddelerin indüklenmiş dipolleri arasında anlık oluşan kuvvetlere dipol – indüklenmiş dipol etkileşimi denir. Dipol – indüklenmiş dipol bağları dipol – dipol bağlarını koparacak kadar kuvvetli değildir. Bu nedenle polar maddeler ile apolar maddelerin birbiri içindeki çözünürlüğü yok denecek kadar azdır. Örneğin apolar l2 molekülleri polar H2O da çözünmez, ancak apolar CCI4 de iyi çözünür. İndüklenmiş Dipol – İndüklenmiş Dipol Etkileşimi: Aynı veya farklı apolar taneciklerin geçici dipolleşmesi sonucu aralarında oluşan elektrostatik çekim kuvvetleri indüklenmiş dipol – indüklenmiş dipol etkileşimidir. Apolar maddeler birbiri içerisinde genellikle iyi çözünür. Örneğin apolar l2 katısı apolar CCI4 sıvısında çözünür.   Kaynakça : http://webders.net/kimyasal-turler-arasi-etkilesimler-ders-19-305p2.html Kaynakça : https://dilekyektabolek.wordpress.com/bilgi-iletisim-ve-teknolojileri/7-sinif-kimya-konulari/maddenin-yapisi-ve-ozellikleri/4-kimyasal-bag/ Kaynakça : http://www.wikiwand.com/tr/Kimyasal_ba%C4%9

9.Sınıf Kimya Periyodik Sistem ve Özellikleri Konu Anlatımlı Ders Notları | Pdf

PERİYODİK SİSTEM VE ÖZELLİKLERİ

Kimya bilimini belli bir düzene oturtmak için elementleri içeren periyodik sistem kurulmuştur. Periyodik sistem yıllar içinde şekil değiştirmiş ve gelişmiştir.

Modern Periyodik Sistem

Modern periyodik sistem, elementlerin fiziksel ve kimyasal özelliklerinin bir fonksiyonu olarak ortaya çıkmıştır. Elementler artan atom numaralarına göre yatay satırlar ve düşey sütunlar halinde sıralanmakta­dırlar. Basit bir periyodik sistemde elementlerin sem­bolleri, atom numaralan ve kütle numaraları bulunur. Bununla birlikte her bir kutucuğunda değişik fiziksel ve kimyasal özelliklerin (erime ve kaynama noktaları, yükseltgenme basamağı v.s.) belirtildiği daha ayrıntılı periyodik tablolar da vardır. Periyodik sistemde 7 tane periyot vardır. Periyot numaraları element atomlarının baş kuantum sayılarını gösterir. Bu nedenle periyot numarası “n” ile gösterilir. İlk periyotta 2, ikinci ve üçüncü periyotlarda 8, dördüncü ve beşinci periyotlarda 18 element bulunur. Altınca periyotta 32 element vardır. Bunlardan “lantanitler” olarak adlandırılan 14 tanesi tablonun altına yazılır. Yedinci periyot henüz tamamlanmamıştır. Bu periyotta da “aktinitler” olarak adlandırılan 14 element tablonun altına yazılır.
NOT: Sizlere daha iyi ve güncel ders notu sunabilmek için kendimizi sürekli yeniliyoruz. Sizlerde son eklenen güncel ders notları ve eğitim haberlerinden anında haberdar olmak istiyorsanız sitemize Üye Olarak bildirimlerden anında haberdar olabilirsiniz. ÜYE OLMAK İÇİN TIKLAYIN
  Periyodik sistemde 18 tane grup vardır. Aynı gruptaki elementlerin kimyasal özellikleri benzerdir. Gruplar iki şekilde adlandırılır. Birinci adlandırmada “baş grup” olarak kabul edilenler A harfi ile “yan grup” olarak kabul edilenler ise B harfi ile gösterilerek nu­maralandırılır. Uluslararası Kimya Birliğine (IUPAC) göre gruplar 1’den 18’e kadar rakamlarla numaralandırılır. Bazı grupların ise özel adları vardır. Bu adlar genel­likle grubun özelliklerini verir. Örneğin 1A grubu baz yapıcı anlamında alkali metaller olarak adlandırılır. Benzer şekilde 2A grubu toprak alkali metalleri, 7A grubu tuz yapıcı anlamında halojenler ve 8A grubu tepkimelere karşı isteksizliklerinden asal (soy) gazlar olarak adlandırılırlar.

Periyodik Sistemde Bloklar

Periyodik sistemdeki gruplar son katmanlarındaki orbital türlerine göre s, p, d ve f bloku olarak da belirti­lir. Son katmanı s orbitali ile biten 1A ve 2A grupları “s bloku” son katmanı p orbitali ile biten 3A, 4A, 5A, 6A, 7A ve 8A grupları “p bloku” son katmanı d orbitali ile biten B grupları “d bloku” olarak adlandırılır. Lantanitler ve aktinitler ise “f bloku” olarak adlandırı­lırlar.

Periyodik Özelliklerin Değişimi

Bir elementin temel elektron diziliminden yararlanarak periyodik sistemdeki grubunu ve periyodunu bulabiliriz. En yüksek temel enerji düzeyinin başkuantum sayısı elementin periyot numarasını verir. En yüksek enerji düzeyindeki toplam elektron sayısı elementin grup numarasını verir. Temel elektron dizilimi s orbitali ile bitenler s bloğu, p orbitali ile bitenler p bloğu, d orbitali ile bitenler d bloğu elementidir. Lantanit ve aktinitler ise f bloğu ele­mentidir. s ve p bloğu elementleri A grubu, diğerleri B grubu elementleridir. ns + np de bulunan e lar baş grup (A), ns + (n – 1)d de bulunan e lar ise yan grup (B) tur.

Tarihçe

Tarih boyunca insanlar buldukları elementleri sınıflandıran bir sisteme ihtiyaç duymuşlardır. 1860’lı yıllarda bilim insanları tarafından 60 element bilinmektedir ve bazı elementlerin benzer özellikler gösterdiği keşfedilmiştir. Genellikle tasarlanan öncül periyodik cetvellerde bu özellikler üzerine durulmuştur.

A) Triadlar (Döbereiner)

Döbereiner, elementlerin sınıflandırılması ile ilgili ilk çalışmayı yapmıştır. Atomik kütlelerine bağlı olarak benzer özellik gösteren elementlerden üçerli gruplar oluşturmuştur. Döbereiner’a göre triadlar sisteminde bulunan bir üçlü grup içerisindeki 1. ve 3. elementin atom kütlesinin ortalaması 2. elementin atom kütlesini verir. Örneğin “Klor (k: 35.5), Brom (k: 79,9), İyot (k: 127)” üçlüsünde, (klor + iyot)/2=brom denklemi yaklaşık olarak sağlanır. Döbereiner bu sistem aracılığıyla “elementlerin fiziksel özelliklerinin atom kütleleri ile değiştiği” fikrini ortaya atmıştır.

B) Oktavlar (John Alexander Newlands)

John Alexander Newlands her 8 elementte bir bazı özelliklerin tekrar ettiğini fark etti, bunun üzerine bilinen elementlerin artan atom kütlelerine göre sıralayarak bir tablo yaptı. Sıralama sırasında benzer özellik gösteren elementleri aynı sırada göstermeye çalışmıştır. Newlands’ın bulduğu bu kurala oktavlar yasası denir. O dönemde oktavlar kuralı sayesinde bilinmeyen bazı elementler hakkında doğru tahminler yapabilmesine rağmen kalsiyumdan sonraki elementler bu kurala uymadığı için diğer bilim adamları tarafından kabul görmemiştir.

C) Mendeleev

Alman kimyacı Lothar Meyer ve Rus kimyacı Dimitri Mendeleev, birbirilerinden bağımsız olarak Newlands’ın kuramlarını incelemiş ve kapsamlı olarak geliştirilmiş yeni bir tablo geliştirdiler. Meyer’in tablosu kimyasal özellik yerine fiziksel özellikleri baz aldığı için kimyacılar tarafından tercih edilmedi. Mendeleev ise dönemin bilinen elementlerinin bağıl atom kütlesinin, bazı fiziksel ve kimyasal özelliklerinin ve elementin sembolünün bulunduğu kartları artan atom kütlelerine göre yatay olarak sıralamıştır. Benzer özelliklerin bulunmasına göre alt sütuna geçişler yapmıştır. Mendeleev yapmış olduğu çalışmalar sayesinde bazı keşfedilmemiş elementlerin özelliklerini doğru tahmin etmiştir ancak bazı elementlerin yeri bulunması gereken yerden farklı olmuştur.

D) Moseley

Mendeleev’in çalışmalarından sonra Rutherford 1911 yılında atom çekirdekleri alfa parçacıklarının saçılması deneyiyle çekirdek yükünün belirlenebileceğini gösterdi. Bu keşiften 2 yıl sonra Moseley x-ışınlarıyla yaptığı çalışmalar sayesinde Mendeleev’in tablosundaki hatalı dizilimleri düzeltti. Bu sayede Henry Moseley, günümüzdeki periyodik tablonun temelini atmıştır. Elementleri atom numaralarına (proton sayısına) göre sıralamıştır. Periyodik yasayı; “Elementler artan atom numaralarına göre sıralandığında element özellikleri periyodik olarak tekrarlanır” şeklinde tanımlamış ve modern periyodik cetvelin temellerini atmıştır.

Periyodik Özelliklerin Değişimi

Bu bölümde elementlerin bazı özelliklerinin periyodik sistem içerisinde nasıl değiştiğini inceleyeceğiz. Bu özellikler sırasıyla şöyledir.
  • Atom yarıçapı
  • İyonlaşma enerjisi
  • Elektron ilgisi
  • Elektronegatiflik
  • Metalik – Ametalik özellik
  • Asitlik ve bazlık

Atom Yarıçapı

Atom yarıçapı, atomun merkezi ile son yörüngesin­deki elektron bulutlan arasındaki uzaklık olarak dü­şünülmekle beraber, komşu iki atomun çekirdekleri arasındaki uzaklığın yarısı olarak tanımlanır. Buna göre, atom yarıçapı ile ilgili, kovalent yarıçap, iyonik yarıçap, Van der Waals yarıçap tanımlamaları yapılabilir.
Kovalent yarıçap: Tek bir kovalent bağ oluşturmuş eşdeğer iki atomun çekirdekleri arasındaki uzaklığın yarısıdır. Kovalent yarıçap, atomlar arasındaki kova­lent bağ uzunluklarından bulunabilir. İyonik yarıçap: Bir iyonik bağda iyonların çekirdekleri arasındaki uzaklığa göre belirlenir. Ancak iyonlar eşdeğer olmadığından katyon ve anyon arasındaki uzaklık uygun bir şekilde paylaştırılır. Nötr bir atom iyon haline geçtiğinde büyüklüğü değişir. Eğer atom anyon oluşturursa yani elektron alırsa çekirdek yükü aynı kalmasına rağmen elektron bulutu genişler. Elektron başına düşen çekim gücü azalır, dolayısıyla yarıçap artar. Eğer atom katyon oluşturursa, yani elektron verirse çekirdek yükü aynı kalır, elektron bulutu büzülür. Elektron başına düşen çekim kuvveti artar, dolayısıyla yarıçap azalır. Van der Waals yarıçapı: Aynı cins iki atomun aralarında bir bağ olmaksızın birbirlerine en yakın olduğu anda, çekirdekleri arasındaki uzaklığın yarısıdır. H2 molekülünün kovalent ve Van der Waals yarıçap­larını şematik olarak aşağıdaki gibi gösterebiliriz. Hidrojenin kovalent yarıçapı 37 pm, Van der Waals yarıçapı ise 120 pm’dir.

Periyodik Tabloda Atom Yarıçaplarının Değişimi

Aynı grupta yukarıdan aşağıya doğru inildikçe atom yarıçapı artar. Çünkü her grupta, yukarıdan aşağıya doğru atomların katman sayısı ve elektron bulutu­nun genişliği artar. Elektron sayısına paralel, proton sayısının da artışı çekirdeğin çekim gücünü artırır. Fakat bu çekim atom hacminde meydana gelecek çok aşırı artışları azaltır. Periyodik tabloda atom yarıçapı, aynı periyotta soldan sağa doğru gidildikçe küçülür. Aynı periyotta (aynı kat­manda) soldan sağa elektron sayısı arttığı için, çapın artması gerektiği düşünülebilir.
Ancak, artan elektron sayısı kadar çekirdekteki proton sayısı da artar. Proton sayısının artması çekirdeğin çekim gücünü de artırır. Böylece, birim elektron başına düşen çekim kuvveti artar. İzoelektronik (elektron dizilişi ve elektron sayısı aynı olan) iyonların ve nötr atomların yarıçapları eşit değildir. Çünkü, bu iyon ve nötr atom çekirdekleri bir­birinden farklı sayıda proton içerirler. Proton sayısının fazla olması, çekirdeğin çekim gücünü artıracağından izoelektronik iyon ve atom gruplarında çekirdek yükü fazla olanın yarıçapı daha küçük olur.

İyonlaşma Enerjisi

Gaz halindeki nötr bir atomdan bir elektron koparmak için o atoma verilmesi gereken minimum enerjiye iyon­laşma enerjisi denir. İyonlaşma enerjisinin büyüklüğü atomdaki elektronların ne kadar sıkı tutulduğunun da bir ölçüsüdür. İyonlaşma enerjisi büyük olan atomlar­dan elektron koparmak daha zordur. Çok elektronlu bir atomda, atomun temel halinden ilk elektronu uzak­laştırmak için gerekli olan enerjinin miktarına birinci iyonlaşma enerjisi (E1) denir. E1 +X(g) → X+(g) + e Bu eşitlikteki X herhangi bir elementin atomunu, e ise bir elektronu göstermektedir. İkinci bir elektron kopar­mak için gerekli enerjiye ikinci iyonlaşma enerjisi (E2) denir. İkinci iyonlaşma enerjisi (E2) ve üçüncü iyonlaş­ma enerjisi (E3) aşağıdaki eşitlikle verilmiştir. E2 + X+(g) → X+2(g) + e E3 + X+2(g) → X+3(g) + e Bir atomdan bir elektron uzaklaştığı zaman, kalan elektronlar arasında itme kuvveti azalır. Çekirdek yükü sabit kaldığından, pozitif yüklü iyondan başka bir elektronu uzaklaştırmak için daha fazla enerji gere­kir. Bu nedenle, iyonlaşma enerjisi aşağıdaki sırayla değişir. E1 < E2 < E3 < … Bazı düzensizlikler olmasına karşılık periyodik çizel­gede birinci iyonlaşma enerjileri soldan sağa doğru artmaktadır. İlk istisna aynı periyottaki 2A ve 3A grup­ları arasında görülür. 3A grubu elementlerinin birinci iyonlaşma enerjileri beklenenin aksine 2A grubu elementlerininkinden daha düşüktür. Bunun nedeni 2A grubunun küresel simetrik elektron dağılımına sahip olmasıdır. Aynı durum 5A ve 6A gruplarında da gö­rülmektedir. Bir periyottaki iyonlaşma enerjisi aşağıdaki gibi değiş­mektedir. 1A < 3A < 2A < 4A < 6A < 5A < 7A < 8A Periyodik tabloda aynı grupta yukarıdan aşağıya doğru yarıçap büyür. Bu da, değerlik elektronlarının çekirdekten uzaklaşması, onların çekirdek tarafından diğer elektronlara oranla daha zayıf çekilmesi anlamı­na gelmektedir. Bu nedenle, bir grupta yukarıdan aşa­ğıya doğru gidildikçe çap büyümekte, bununla birlikte iyonlaşma enerjisi ise küçültmektedir. Endotermik bir olaydır.

Elektron İlgisi

Gaz halinde nötr bir atomun dışarıdan bir elektron ya­kalayarak (-1) yüklü bir anyon oluştururken meydana gelen enerji değişimine elektron ilgisi denir. Bu sebeple elektron ilgisi atomun elektron almaya yatkınlığının bir ölçüsüdür. X(g) + e → X(g) + Enerji Burada X harfi bir ametali göstermektedir. Elektron ilgisi de iyonlaşma enerjisi gibi atom yarıçapı ile ters orantılı olarak değişmektedir. Yarıçapı küçük atomla­rın en dış enerji seviyesindeki elektronların enerjisi, yarıçapı, daha büyük olanlara göre daha küçüktür. Bu sebeple yarıçapı küçük olan atomlar bir elektron yakalandıklarında yarıçapı daha büyük olanlara göre daha fazla enerji yayarlar.

Elektronegatiflik

İyonlaşma enerjisi ve elektron ilgisi, bir elementin me­tal ya da ametal olduğuna karar vermek için kullanı­lan iki ayrı kriterdir. Elektronegatiflik ise ilk defa 1934 yılında Amerikalı fizikçi R.S Mullikentarafından iyon­laşma enerjisi ve elektron ilgisini birlikte ifade edebi­lecek, tek bir kriter alması için önerilen yeni bir tanım ve kavramdır. Bu kavrama daha çok atomların kendi aralarında oluşturdukları bağ türünü açıklayabilmek için ihtiyaç duyulmuştur. Elektronegatiflik bir molekülde aralarında bağ bulu­nan her bir atomun bağ elektronlarını göreceli olarak çekme kabiliyetidir. Elektronegatiflik, atomun çekirdek yükü ve çekirdeğin bağ elektronlarına uzaklığına bağ­lıdır.
Elektronegatiflik göreceli bir kavram olup, birimi yok­tur. Günümüzde kullanılan en yaygın elektronegatiflik ölçeği, Linus Pauling tarafından bağ enerjisi değerle­rine dayanarak ortaya konmuştur. Bu ölçeğe göre en aktif metal, fransiyum 0,7 ve en ak­tif ametal, flor 4,0 elektronegatiflik değerine sahiptir. Diğer elementlerin elektronegatiflik değerleri ise bu iki değer (0,7 ile 4,0) arasındadır. Ancak, bazı soygazların elektronegatiflik değerleri yoktur.   Periyodik tabloda genel eğilim elektronegatifliğin sol­dan sağa ve aşağıdan yukarıya doğru artması yönün­dedir. Elektronegatiflik atom yarıçapına bağlıdır. Periyodik tabloda soldan sağa doğru atom yarıçapı küçülür ve atomun değerlik elektronlarını çekme gücü artar. Yu­karıdan aşağıya doğru inildikçe atom yarıçapı büyür ve atomun değerlik elektronlarını çekme gücü azalır. Buna bağlı olarak periyodik sistemde elektronegatiflik soldan sağa artar, yukarıdan aşağıya azalır.

Elektronegatiflik ve Bağ Türü

Elektronegatiflik, atomların bağdaki elektronları çek­me kabiliyeti olduğuna göre, bağ yapan iki atomun elektronegatiflik değerlerinden, aralarındaki bağın türü anlaşılabilir. Eğer elektronegatiflik farkı çok kü­çükse, bağ elektronları ortaklaşa kullanılmaktadır ve bağ kovalenttir. Eğer fark çok büyükse, bağ elektron­ları elektronegatifimi fazla olanın tarafındadır ve bağ iyoniktir. Ancak, aşağıdaki grafikten de anlaşılacağı gibi bir kimyasal bağın % 100 iyonik olması mümkün değildir. Elektronegatiflik farkı arttıkça bağ uzunluğu da artar. Hidrojen ve halojenler arasındaki bağların enerji değerlerine bakıldığında elektronegatiflik farkının artmasıyla bağ kuvvetinin de arttığını görüyoruz. Hidrojen – halojen bileşiklerinde, halojenin yarıçapının artması elektronegatifliğinin azalmasına, bu da atom­lar arasındaki bağın gücünün azalmasına sebep olur.

Metalik ve Ametalik Özellik

Periyodik tablodaki B grubu elementleri ve iç geçiş elementleri (aktinitler ve laktanitler) 1 A, 2A ve 3A gru­bu elementleri (H ve B hariç) metaldir. 4A, 5A, 6A ve 7A grupları bu gruplardaki bor (B), silisyum (Si), ger­manyum (Ge), arsenik (As), antimon (Sb), tellur (Te), polonyum (Po) ve astatin (At) yarı metal ve kalay (Sn), kurşun (Pb), bizmut (Bi) ise metal özelliği gösterirler. Bu metallerle ametaller arasında zig – zag şekli oluş­turacak şekilde dizilmiş bu elementlere yarı metaller adı verilir. Bir elementin kimyasal tepkimeye girme eğilimine ak­tiflik denir. Metaller için aktiflik, kimyasal reaksiyonlarda elektron verebilme yeteneği, yani pozitif yüklü olma eğilimidir. Bir metal, değerlik elektronunu ne kadar kolay verebi­liyorsa, başka bir deyişle iyonlaşma enerjisi ne kadar düşük ise o kadar aktiftir. Periyodik tabloda sağdan sola ve yukarıdan aşağıya metalik aktiflik (metalik özellik) artar. Ametaller için aktiflik, elektron alabilme kabiliyeti, yani negatif yüklü olma eğilimidir. Ametal aktifliği elektron ilgisi ile doğru orantılıdır. Periyodik tabloda soldan sağa ve aşağıdan yukarıya doğru ametalik aktiflik (ametalik özellik) artar. Periyodik tabloda en etkin (aktif) metal 7. periyodun 1A grubu elementi olan 87Fr (fransiyum), en etkin (ak­tif) ametal ise 2. periyodun 7A grubu elementi olan 9F (flor)’dur. Metal ve ametallerin genel özelliklerini özetleyecek olursak;

Metallerin Başlıca Özellikleri

  • Yüzeyleri parlaktır.
  • Tel ve levha haline getirilebilirler.
  • Isıyı ve elektrik akımını iyi iletirler.
  • Oda sıcaklığında (25°C de 1 atm basınçta) cıva hariç tüm metaller katı halde bulunurlar.
  • Bileşik oluştururken her zaman elektron verirler. Bundan dolayı kendi aralarında bileşik oluştura­mazlar. Alaşım oluşturabilirler.
  • Bileşiklerinde her zaman katyon halinde (+ yüklü) bulunurlar.
  • Değerlik elektron sayıları 1, 2, 3 tür. (Çünkü 1 A, 2A, 3A grubunda bulunurlar) (hidrojen ve helyum hariç)
  • Canlıların yapısına azda olsa katılırlar.
  • Ametaller ile iyonik bağlı bileşikler oluştururlar.

Ametallerin Başlıca Özellikleri

Doğada bulunan bir çok bileşiğin yapısında ametaller vardır. Canlı organizmalarda bol miktarlarda bulunur­lar.
  • Oda sıcaklığında (25°C 1 atm basınçta) katı, sıvı, gaz hallerinde bulunabilirler.
  • Renkleri mattır.
  • Kırılgandırlar.
  • Elektrik akımını iletmezler (Karbonun grafit yapısı biraz iletir. Elmas yapısı ise iletmez.)
  • Metaller ve kendi aralarında bileşik oluşturabi­lirler. Metallerle oluşturdukları bileşiklere iyonik bileşik, ametaller ile oluşturdukları bileşiklere ise kovalent bağlı bileşikler denir.
  • Genellikle elektron alıcıdırlar. (Anyon halindedir­ler.) Değerlik elektron sayıları 4, 5, 6, 7 dir. Çünkü 4A, 5A, 6A, 7A gruplarında yer alırlar.
  • Moleküler yapıda bulunurlar. Örneğin F2, O2, gibi.
  • Yoğunluk kaynama noktası gibi özellikleri genel­likle düşüktür.

Asitlik – Bazlık Özellikleri

Periyodik sistem içerisindeki elementlerin asidik ve bazik ka­rakterleri bu elementlerin oksitlerinin incelenmesi so­nucu belirlenir. Örneğin OX2 formülündeki oksitler çö­zünürken, X – O – H yapısı içeren çözeltiler oluşur. X – O – H yapısındaki a ve b bağlarının türü, oksit bileşiğinin asidik ya da bazik olmasını belirleyen ana faktördür. Eğer X elementi, elektronegatifliği düşük bir metal ise, a bağındaki elektronlar, elektronegatifliği yüksek olan oksijen atomuna aittir. Sonuçta X — O – H yapısı X ve -OH (hidroksit) şek­linde ayrışarak, çözelti ortamına X+ ve OH iyonları­nı verir. Buna göre, burada çözünen oksit bileşiğinin (K2O gibi) bazik karakterli olduğu anlaşılır. K2O + H2O → 2KOH(suda) 2KOH → 2K+ + 2OH Bu tür oksitler asit çözeltileriyle tepkime verirler. K2O + 2HCI → 2KCI+ H2O Eğer X elementi, elektronegatifliği oksijeninki kadar fazla ise, X elementi a bağındaki elektronları oksijenle ortaklaşa kullanır. Böylelikle, oksijen etrafındaki elekt­ron yoğunluğu azalır ve oksijen b bağındaki elekt­ronları kendine daha fazla çekerek hidrojen atomunu bağdan uzaklaştırır. Böylelikle X – O – H yapısı X – O – ve H şeklinde ayrışarak çözeltiye XO iyonu ve H+ verir. Buna göre, suda çözünen oksit bileşiğinin (OCI2 gibi) asidik ka­rakterli olduğu sonucuna varılır. OCI2 + H2O → 2HCIO 2HCIO → 2H+ + CIO Bu tür oksitler baz çözeltileriyle tepkime verirler. Kısacası oksitlerin asidik ve bazik özelliği bileşik oluş­turduğu elementin elektronegatifliğine bağlıdır. Elekt­ronegatiflik arttıkça, elementlerin oksitlerinin asidik özelliği artar, bazik özelliği azalır. Genellikle, metal oksitlerin sulu çözeltileri baz, ametal oksitlerin sulu çözeltileri asit özellik gösterir. Genellikle periyodik tabloda soldan sağa doğru ele­mentlerin oksitlerinin asidik özelliği artar, bazik özelli­ği azalır. Gruplarda ise aşağı doğru inildikçe genellik­le bazik özellik artar, asidik özellik azalır. Bir periyotta soldan sağa doğru, bir grupta yukarıdan aşağıya doğru özelliklerin değişimi aşağıdaki gibi ge­nelleştirilebilir. Yukarıdan aşağıya;
  • Değerlik elektron sayısı değişmez.
  • Atom numarası artar.
  • Atom kütlesi artar.
  • İyonlaşma enerjisi azalır.
  • Elektron ilgisi azalır.
  • Metalik özellik artar.
  • Ametalik özellik azalır.
  • Atom çapı artar.
Soldan sağa;
  • Değerlik elektron sayısı artar.
  • Atom numarası artar.
  • Atom kütlesi artar.
  • Atom çapı küçülür.
  • iyonlaşma enerjisi genellikle artar.
  • Metalik özellik azalır.
  • Ametalik özellik artar.
  • Elektron ilgisi artar.

Periyodik Sistemde Bloklar ve Özellikleri

Periyodik sistem içerisinde benzer özellikler gösteren bloklar vardır.

s Bloğu Elementleri

Elektron dizilişi s ile biten elementler 1A ve 2A grubu elementleridir.

1A Grubu Elementleri (Alkali Metaller)

  • (1H, alkali metal değildir.)
  • Metaldirler.
  • Bütün bileşiklerinde +1 değerliğini kulla­nırlar.
  • Aktif metallerdir. Bu nedenle doğada elementel halde bulunmazlar. Her za­man bileşik halindedirler.
  • Oksijen ile oluşturdukları bileşikleri (ok­sitleri) bazik özellik gösterir. Bu bileşik­lerin sulu çözeltileri baziktir.
  • Su ile etkileştiklerinde H2 gazı ve baz çözeltisi oluştururlar.
  • Asitlerle etkileşerek H2gazı ve tuz oluştururlar.
  • Atom numaraları arttıkça (yukarıdan aşağıya) eri­me ve kaynama sıcaklıkları küçülür. Bunun nede­ni, metalik bağın zayıflamasıdır.

2A Grubu Elementleri (Toprak Alkali Metaller)

  • Metaldirler.
  • Bileşiklerinde +2 değerliğini kullanırlar.
  • Aktiftirler. Bu nedenle kolay bileşik oluş­tururlar ve doğada elementel halde bu­lunmazlar.
  • Oksitleri bazik özellik gösterir, su ile etki­leştiklerinde baz çözeltisi oluştururlar.
  • Atom numaraları arttıkça erime ve kay­nama noktaları küçülür.

p Bloğu Elementleri

Periyodik sistemde s bloğu (1A ve 2A) elementlerin­den başka p bloğu olarak adlandırılan 3A, 4A, 5A, 6A, 7A ve 8A gruplarında 35 element bulunmaktadır. Bu elementlerin bir kısmı metalik özellik gösterirken bir kısmı da ametalik özellik gösterir. Bununla beraber yarı metal özelliği gösteren elementler de bu blokta bulunmaktadır. p bloğu elementlerinden olan 3A grubu elementleri toprak metalleri olarak adlandırılırlar. Bu grubun ilk üyesi olan bor (B) yarımetal, diğer üyeleri metaldir. 4A grubu elementleri de p bloğu elementleridir. 4A grubunun ilk üyesi olan karbon elementi gruba adını verir karbon grubu elementleri olarak adlandırılır. Bu gruptaki elementlerden karbon ametal, silisyum ve germanyum ise yarı metaldir. Bu grubun metal ele­mentleri kalay ve kurşundur. 5A grubu elementleri de p bloğu elementleridir ve bu grupta ilk elementi olan azottan ismini almış ve azot grubu elementleri olarak adlandırılmaktadır. Grupta bulunan elementlerden azot ve fosfor ametal, arsenik ve antimon yarı metal, bizmut ise metaldir. 6A grubu elementleri de p bloğu elementlerindendir. 6A grubu elementlerinin ilki olan oksijen elementi bu gruba adını vermiştir. Oksijen grubu elementleri olarak adlandırılan bu grubun ilk üç üyesi oksijen, kükürt ve selenyum ametal, diğer iki üyesi olan tellür ve polonyum yarı metaldir. Oksijen bileşiklerinde -2 değerlik alırken, peroksit olarak adlandırılan bileşiklerinde ise -1 değerlik alır. Kükürt, yaptığı bileşiklerde -2 ile +6 arasında değer­ler alır.

7A Grubu Elementleri (Halojenler)

  • Ametaldirler.
  • Bileşiklerinde-1 ile +7 arasında değerlik kullanırlar. (9F, yalnız-1 alabilir.)
  • En kararlı bileşik yapılarında -1 değerliği­ni kullanırlar.
  • Aktiftirler, bu nedenle kolay bileşik oluştu­rurlar.
  • Hidrojenli bileşikleri asit özelliği gösterir. (HF, HCI, HBr, Hl)
  • Oda koşullarında F2 ve Cl2 gaz, Br2 sıvı, l2 katı­dır.
  • Elementel yapıları, iki atomlu molekül şeklindedir. (F2, Cl2, Br2, l2)
  • Atom numaraları arttıkça, erime ve kaynama noktaları da artar. Bunun nedeni, Van der Waals kuvvetlerinin molekül büyüklüğü arttıkça güçlen­mesidir.

8A Grubu Elementleri (Soygazlar)

  • Elektron dizilişlerindeki son terim 2He atomlarında 2s2, diğer soygaz atomla­rında ise np6(n=2,3,4,5, 6) şeklindedir.
  • Değerlik orbitalleri tam dolu olduğundan bileşik oluşturma yatkınlıkları yoktur.
  • Oda koşullarında tek atomlu halde bulu­nurlar.
  • Atomları arasında Van der Waals çekim kuvveti vardır.
  • Yukarıdan aşağıya erime ve kaynama noktaları artar. Atom numaraları arasındaki fark, periyottaki element sayısını verir.

d Bloğu Elementleri

Periyodik sistem içerisinde d bloğu elementleri epey kalabalık bir gurup oluştururlar.

B Grubu Elementleri

Geçiş metalleri olarak adlandırılırlar. Elektron dağı­lımları d orbitalleri ile biten ve 4. periyottan itibaren bulunan elementlerdir. Geçiş metalleri kimyasal tep­kimeye girdiklerinde önce s orbitalinden sonra d orbitalinden elektron verirler. Bu elementler bileşiklerinde birden fazla yalnızca pozitif (+) değerlik alabilirler.

Bazı d Bloğu Elementleri

Demir: Saf haldeki demir, dövü­lebilir ve çekilebilir özelliktedir. Gri – beyaz renktedir. Saf demir yumuşaktır. Fakat C (karbon) ka­tılarak sertlik artırılabilir. Sertliği artırılan demir, gemi ve otomotiv gövdelerinin yapımında kullanılır. İnşaatlarda beton, kiriş ve yüzeylerin güçlendirilmesinde kullanılır. Demir, nemli havada paslanır yani korozyona uğrar. Yüzeyinde Fe2O3.xH2O (pas) oluşur. Nikel: Nikel, sert olup gü­müş beyazı rengindedir. Ko­rozyona karşı dayanıklıdır. Bazik koşullarda paslanma­ya karşı çok daha dayanıklı­dır. Bu özelliği nedeniyle bazik koşullarda kullanılmak üzere nikelden kroze ve elektrotlar yapılır. Paslanmaz çeliklerin ve bakırla birlikte kupronikel ala­şımlarının eldesinde kullanılır. Bozuk paraların üreti­minde kullanılan kupronikel alaşımı % 25 Ni, % 75 Cu içerir. Bakır: Bakır kırmızı renkli, kolayca dövülebilen, çekilebilen, yumuşak bir metaldir. Di­renci çok düşük olduğundan elektrik tellerinin ve düğmele­rinin yapımında kullanılır. Bakır, dayanıklı ve korozyona oldukça dirençlidir. Bu nedenle Ag ve Au gibi metallerle birlikte para bası­mında kullanılmıştır. Bakır, kimyasal dayanaklılığı ve görünümü nedeniyle inşaat ve dekorasyon malzemelerinde, gemi gövdele­rinin kaplanmasında, binaların çatılarında kullanılır. Çinko: Çinko mavimsi beyaz renktedir. Parlak ve kristal ya­pılıdır. Korozyon direnci yük­sek olmasına rağmen kimyasal maddelere karşı direnci yoktur. Oda sıcaklığında kırılgan olma­sına rağmen 100 – 150 °C’de kolaylıkla tel ve levha haline gelir. Çinko havada koruyucu bir oksit tabakasıyla kaplanır. Çinko, demirden daha etkin olduğundan demirden önce oksitlenir. Çinkonun havada koruyucu bir tabaka ile kaplanması ve demirden daha etkin olması nede­niyle demir çinko ile kaplanır. Böylelikle demir koroz­yona karşı korunur. Krom: Gümüş beyazlığında bir rengi vardır. Oldukça sert­tir. Yüzeyinde oluşan koruyucu oksit tabakası nedeniyle par­laktır. Korozyona karşı oldukça dirençlidir. Paslanma olasılığı fazla olan diğer metal­leri kaplamada (kromlama) kullanılır. Krom; sertliği, parlaklığı ve korozyona karşı olan yük­sek direnci ile özellikle demir ve çelik üzerinde kapla­ma metali olarak kullanılır. Mangan: Mangan, kırmızı gri renkte bir metaldir. Kroma oranla korozyan direnci azdır. Bu nedenle tek başına pek kullanılmaz. Fakat alaşımla­rın önemli bir bileşenidir. Çelik üretiminde az miktarda oksijen ve kükürtle birleşerek onları uzaklaştırır. Sertliği, dayanıklılığı ve aşınmaya karşı direnci artırarak çelik kalitesini yükseltir. % 10 ve daha fazla Mn içeren çelikler, oldukça sert olup döv­me ve vurmaya karşı çok dayanıklıdır. Bu tür çelikler tren rayları, buldozer ve greyder yapımında kullanılır.

f Bloku Elementleri

Bu blok elementlerine iç geçiş elementleri de denir. Geçiş elementlerinin bir bölümü olan Lantanit ve ak­tinitler periyodik cetvelin sırası ile 6. ve 7. periyodun­da yer alırlar. Periyodik tablonun altında f bloğu adı verilen kısımda iki ayrı sıra şeklinde görüş kolaylığı sağlamak amacıyla yazılmışlardır. Lantanitlerin çoğu doğada bir arada bulunur. Aktif me­tal olup çoğu gümüş beyazı rengindedir. Sadece pro­metyum radyoaktiftir. Aktinitlerin ise hepsi radyoaktif metaldir ve birbirine benzer özelliktedirler. Kaynakça : http://webders.net/periyodik-sistem-ders-19-302p2.html

9.Sınıf Kimya Atomun Yapısı Konu Anlatımlı Ders Notları | Pdf

                  ATOMUN YAPISI

Boşlukta yer kaplayan, hacmi, kütlesi ve eylemsizliği olan her şeye madde denir. Maddeyi (elementi) oluşturan ve maddenin (elementin) kendi özelliğini taşıyan en küçük yapı birimine atom denir. Atom hakkında sırayla Dalton, Thomson, Rutherford, Bohr ve De Broglie (Modern Atom Teorisi) isimli bilim adamları görüşlerini ortaya koymuş ve günümüzdeki atom modeli ortaya çıkmıştır.

=> Atom, kelime anlamı olarak bölünemez, parçalanamaz anlamındadır.

=> Atom, çıplak gözle ya da en gelişmiş elektron mikroskobu ile bile görülemez.

=> Atom küre şeklindedir ve elektrikli yapıya sahiptir. Atomun elektrikli yapıya sahip olması demek içinde (+) ve (–) yüklü taneciklerin olması demektir.

=> ceki yıllarda atomun bölünemeyeceği söylenmesine rağmen günümüzde atomun hatta atomun çekirdeğinin bile parçalanabildiği bilinmektedir. Atom çekirdeğinin parçalanmasıyla atom bombalarıyapılmaktadır ve nükleer enerji santrallerinde enerji üretilmektedir. (İlk atom bombası 1941 yılında Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atılmıştır).

=> Atom, maddenin sahip olduğu bütün özellikleri taşır. Bu nedenle maddenin kütlesi varsa atomun kütlesi de vardır. Madde sürtünme, dokunma ya da etki yoluyla elektriklenirken elektron alıp verebiliyorsa atomda elektron alıp verebilir.

=> Elektriklenme olayının nedeni elektronların hareket etmesi yani yer değiştirmesidir.

=> Bir atomdaki elektrik yükünü proton ve elektron sayıları belirler.

=> Bir atomdaki çekirdek yükünü sadece proton sayısı belirler.

NOT: Sizlere daha iyi ve güncel ders notu sunabilmek için kendimizi sürekli yeniliyoruz. Sizlerde son eklenen güncel ders notları ve eğitim haberlerinden anında haberdar olmak istiyorsanız sitemize Üye Olarak bildirimlerden anında haberdar olabilirsiniz. ÜYE OLMAK İÇİN TIKLAYIN
   

ATOMUN TEMEL TANECİKLERİ VE ATOMUN KISIMLARI

Atomda; proton, elektron ve nötron denilen üç tanecik bulunur. Atomda bulunan bu taneciklere atomun temel tanecikleri veya atom altı parçacıkları denir.

Atomda pozitif (+) ve negatif yüklü (–) tanecikler bulunur. Atomun temel taneciklerinden protonlar (+) yüklü, elektronlar (–) yüklü, nötronlar ise yüksüz taneciklerdir.

Atomdaki proton ve nötronlar arasında nükleer çekim kuvveti, protonlar (çekirdek) ve elektronlar yani (+) ve (–) yüklü tanecikler arasında da elektriksel çekim kuvveti vardır. Farklı yüklere sahip olan bu tanecikler arasındaki kuvvetler sayesinde atomdaki tanecikler birbirini etkileyerek bir arada bulunurlar ve atomu oluşturur.

Bilinen elementlerin tamamı atomlardan oluşmasına rağmen elementlerin özellikleri birbirinden farklıdır. Elementlerin özelliklerinin farklı olmasının nedeni elementleri oluşturan atomların farklı olmasıdır. Element atomlarının farklı olmasının nedeni de atomdaki proton, elektron ve nötron gibi taneciklerin sayılarının farklı olmasıdır.

Her atomun sahip olduğu proton, elektron ve nötron sayıları birbirinden farklıdır. Belirli sayıda proton, nötron ve elektron farklı konumlarda bir arada bulunarak atomları oluştururlar. Atomu oluşturan bu tanecikler arasında da sadece boşluk bulunur.

Atom iki kısımdan oluşur. Bunlar çekirdek (merkez) ve katmanlardır

(yörünge = enerji düzeyi = enerji seviyesi = kabuk) .

Atomun içerisinde atom kütlesinin tamamına yakınının bulunduğu merkeze çekirdek denir. Çekirdeğin hacmi, atomun hacminin yanında çok küçüktür.

Atomda (–) yüklü elektronlar çekirdeğin etrafında belirli bölgelerde sürekli dolanırlar. Elektronların çekirdeğin etrafında dolandığı bu bölgelere katman, yörünge, enerji düzeyi, enerji seviyesi veya kabukdenir.

Atomun temel taneciklerinden proton ve nötronların kütleleri birbirlerine yaklaşık eşit, elektronların kütleleri ise bunlardan çok küçüktür. (Proton ve nötronları kütlesi elektronları kütlesinin 1836 – yaklaşık 2000 – katıdır). Bu nedenle atomun kütlesinin tamamına yakını çekirdekte bulunur ve atomun kütlesinin tamamına yakınını çekirdekteki tanecikler oluşturur.

Atomda, (normal şartlarda) (+) yüklü protonların sayısı, (–) yüklü elektronların sayısına eşittir.

Atomda proton ve nötronların yeri kesin olarak belli olmasına rağmen elektronların yeri kesin olarak belli değildir.

a) Elektronlar:

Atomun temel taneciklerinden olan elektronlar çekirdeğin etrafında belirli (sabit) bir bölgede durmazlar. Elektronlar çekirdekten belirli uzaklıklarda hem kendi etrafında hem de çekirdeğin etrafında çok hızlı hareket ederler.

Bu nedenle elektronlar çekirdeğe düşmezler, çekirdek tarafından çekildikleri için de dışarı fırlamazlar. (Elektronların hareketi, oyun parkındaki ahtapotun, lamba etrafında dönen sineklerin ve bir anda uçmaya başlayan arıların hareketine benzer).

Atomda (–) yüklü elektronlar çekirdeğin etrafında belirli yörüngelerde sürekli dolanırlar ve bu nedenle atomda hareket eden tanecikler sadece (–) yüklü elektronlardır.

b) Protonlar ve Nötronlar:

Atomun temel taneciklerinden olan proton ve nötronlar atomun çekirdeğinde bulunurlar ve kütleleri elektronlara göre büyük olduğu için çok yavaş hareket ederler. (Atom hareket ettiği için hareket ederler, atomun içinde hareketsizdirler. Proton ve nötronlar birbirlerini kuvvetli nükleer bağlarla çektikleri için hareket etmezler).

Atomun çekirdeğinde bulunan proton sayısı, atom için ayırt edici bir özelliktir ve atomun kimliğini belirler. Yani proton sayısının farklı olması atomun farklı olması anlamına gelir ve proton sayısı o atomun (elementin) bütün fiziksel ve kimyasal özelliklerini belirler. Farklı atomlarının elektron ve nötron sayıları aynı olabilir fakat farklı atomların proton sayılar hiçbir zaman aynı olamaz.

(Çekirdekteki + yüklü protonları bir arada durabilmesinin nedeni tanecikler arasındaki nükleer çekim kuvvetidir).

NOT: 1- Elektronların çekirdek etrafında dönme hızı, 2,18.10cm/sn’dir.

NÖTR VE İYON HALİNDEKİ ATOM:

Bir atomda (+) yüklü protonların sayısı (–) yüklü elektronların sayısına eşitse böyle atoma nötr atom denir.

Bir atom elektron almış ya da vermişse (–) yüklü elektron sayısı (+) yüklü proton sayısına eşit olmaz. Proton sayısı elektron sayısına eşit olmayan atomlara iyon ya da iyon halindekiatom denir.

ATOMİK KÜTLE BİRİMİ:

Atomların kütleleri çok küçük olduğu için kütle ölçümünde kilogram ya da gram yerine daha küçük olan atomik kütle birimi kullanılır.

Bir protonun kütlesinin gram veya kilogram cinsinden değerine 1 atomik kütle birimi ( 1 a.k.b. ) denir.

 12C atomunun ( izotopunun ) kütlesinin 1/12 sine 1 atomik kütle birimi ( 1 a.k.b. ) denir.

1 Atomik Kütle Birimi = 1 a.k.b. = 1 Protonun Kütlesi

1 a.k.b. = 1,67.10-24 gr

1 a.k.b. = 1,67.10-27 kg

ATOM NUMARASI VE KÜTLE NUMARASI:

a) Atom Numarası:

Bir atomun çekirdeğinde bulunan protonların sayısına atom numarası denir. Atom numarası Z veyaA.N ile gösterilebilir.

Bir elementin atom numarası, sembolünün sol alt köşesine yazılarak gösterilir.

b) Kütle Numarası:

Bir atomun çekirdeğinde bulunan proton ve nötron sayılarının toplamına kütle numarası denir. Kütle numarası A veya K.N. ile gösterilebilir. Bir (bilgi yelpazesi.net) elementin kütle numarası sembolünün sol üst köşesine yazılarak gösterilir.

X, herhangi bir elementin sembolü ise;

1- Atom Numarası = Proton Sayısı

Z = p

2- Proton sayısı = Çekirdek Yükü

p = Ç.Y.

3- Kütle No = Atom No + Nötron Sayısı

A = Z + n

4- Kütle No= Proton Say.+ Nötron Say

A = p + n

5- Proton Sayısı = Elektron Sayısı

p = e

6- Atom Numarası = Proton Sayısı = Çekirdek Yükü = Elektron Sayısı

Z = p = Ç.Y. = e

ELEKTRONLARIN ÇEKİRDEK ETRAFINDA BULUNDUĞU YERLER:

Bir atomdaki elektronlar, çekirdekten farklı uzaklıklarda bulunur ve farklı katmanlarda yer alır. Atomda elektronların yerleri kesin olarak belli değildir. Atomda (–) yüklü elektronlar çekirdeğin etrafında belirli bölgelerde sürekli dolanırlar.

Elektronların çekirdeğin etrafında dolandığı bu bölgelere katman, yörünge, enerji düzeyi, enerji seviyesi veya kabuk denir.

Elektronların kabuklarda bulunma ihtimalinin olduğu bölgelere elektron bulutu denir. (Atomda normalde katmanlar bulunmaz). Katmanlar, düz bir zemin değildir, küresel bir yapıya sahiptir. (Kesilmiş kuru soğandaki çizgiler veya içi içe geçmiş matruşka bebekleri katmanlara benzetilebilir).

Atomlarda bulunan katmanların sayısı sabit değildir ve atomdaki elektron sayısına göre katman sayısı da değişir. Atomlarda en az 1, en fazla 7 katman bulunabilir ve her katman ancak belirli sayıda elektron bulundurabilir. Katmanlar K,L,M,N,O,P,Q harfleri ya da 1,2,3,4,5,6,7 sayıları ile gösterilirler.

Bir katman ancak belirli sayıda elektron alabilir. Elektronlar bir katmanı doldurunca bir sonraki katmana yerleşirler. Elektronlar önce çekirdeğe en yakın katmanı doldururlar. Bu nedenle bir atomda elektronlar, çekirdekten farklı uzaklıklarda bulunabilirler.

Bir katmanda bulunabilecek, bir katmanın alabileceği en çok elektron sayısı 2.n2 formülü ile bulunur. Bu formülde n, katan sayısını veya katman numarasını gösterir. (Bir katman kararlı elektronları ile dolmuşsa elektronlar bir sonraki kabuğa yerleşirler).

Katmanlarda Bulunabilecek En Çok Elektron Sayıları;

  1. Katmanda ; n = 1 ise ; En Çok = 2n2= 2.12= 2. 1 = 2e -> 2 elektron alabilir.
  2. Katmanda ; n = 2 ise ; En Çok = 2n2= 2.22= 2. 4 = 8e -> 8 elektron alabilir.
  3. Katmanda ; n = 3 ise ; En Çok = 2n2= 2.32= 2. 9 = 18e -> 18 elektron alabilir.
  4. Katmanda ; n = 4 ise ; En Çok = 2n2= 2.42= 2. 16 = 32e -> 32 elektron alabilir.
  5. Katmanda ; n = 5 ise ; En Çok = 2n2= 2.52= 2. 25 = 50e -> 32 elektron alabilir.
  6. Katmanda ; n = 6 ise ; En Çok = 2n2= 2.62= 2. 36 = 72e -> 18 elektron alabilir.
  7. Katmanda ; n = 7 ise ; En Çok = 2n2= 2.72= 2. 49 = 98e -> 8 elektron alabilir.

İZOTOP ATOMLAR :

Bir elementi oluşturan bütün atomlarda proton, elektron ve nötron denilen tanecikler bulunur. Bir elementi oluşturan bütün atomların çekirdeklerindeki proton sayıları daima birbirine eşittir fakat elementin bütün atomlarının nötron sayıları birbirinden farklı olabilir.

Bir elementi oluşturan atomların nötron sayılarının farklı olması, atomların farklı olması anlamına gelmez. Fakat bir elementi oluşturan atomların proton sayılarının farklı olması, atomların farklı olması demektir.

Atom numaraları aynı, kütle numaraları farklı olan atomlara veya

Proton sayıları aynı, nötron sayıları farklı olan atomlara veya

Kimyasal özellikleri aynı, fiziksel özellikleri farklı olan atomlara izotop atomlar denir. İzotop atomlar aynı elemente ait atomlar olup yalnızca çekirdeğindeki nötron sayıları farklıdır.

Elementler, doğada bulunan izotop atomlarının belirli oranlarda yani yüzdelerde birleşmesi ile oluşmuştur. (Bu nedenle elementlerin (bilgi yelpazesi.net) kütle numaraları genelde tam sayı değildir ).

Bir elementin kütle numarası bulunurken izotop atomlarının kütle numaralarından faydalanılır.

a) İzotop Atomların Aynı Olan Özellikleri :

1- Atom numaraları (proton sayıları)

2- Nötr hallerinin kimyasal özellikleri

3- Periyodik cetveldeki yerleri

4- Aynı element ile yaptıkları bileşiklerin formülleri

5- Aynı element ile yaptıkları bileşiklerin molekül yapıları

6- Ortalama atom ağırlıkları

b) İzotop Atomların Farklı Olan Özellikleri :

1- Kütle numaraları

2- Nötron sayıları

3- Fiziksel özellikleri

4- Doğadaki bulunma yüzdeleri

5- Aynı element ile yaptıkları bileşiklerin mol kütleleri

6- Gaz olanlarda yayılma hızları

7- Radyoaktif olanlarda yarı ömürleri

 İZOTON ATOMLAR :

Sadece nötron sayıları aynı olan atomlara izoton atomlar denir. Bu atomlar farklı elementlere ait atomlar olduklarından bu atomların yalnızca nötron sayıları aynıdır, diğer tüm özellikleri farklıdır.

 İZOBAR ATOMLAR :

Sadece kütle numaraları aynı olan atomlara izobar atomlar denir. Bu atomlar farklı elementlere ait atomlar olduklarından bu atomların yalnızca kütle numaraları aynıdır, diğer tüm özellikleri farklıdır.

ALLOTROP ATOMLAR :

Kimyasal özellikleri aynı, fiziksel özellikleri ve kristallerinin uzayda dizilişleri birbirinden farklı olan aynı cins atomlara allotrop atomlar denir. Bir elementin atomlarının uzayda farklı farklı şekillerde dizilmesiyle oluşan yapıya alotropi denir.

Allotrop Atomların Özellikleri:

1- Atom ve kütle numaraları aynıdır.

2- Molekül geometrileri farklıdır.

3- Kimyasal tepkimeye girme istekleri farklıdır, ancak tepkime sonunda oluşturdukları bileşikler aynıdır.

4- Molekül sağlamlıkları farklıdır.

ÖRNEKLER:

1- Oksijen gazı ile ozon gazı, oksijen atomlarının allotroplarıdır.

2- Elmas, grafit ve amorf karbon, karbon atomunun allotroplarıdır.

3- Beyaz fosfor ile kırmızı fosfor, fosfor atomunun allotroplarıdır.

4- Rombik kükürt ile monoklin kükürt, kükür atomunun allotroplarıdır.

İZOELEKTRONİK (EŞ ELEKTRONLU) ATOMLAR :

Proton sayıları farklı olduğu halde elektron sayıları aynı olan atom ve iyonlara izoelektronik (eş elektronlu) atomlar denir.

Özellikle aynı soy gazın elektronik sistemine benzeyen atomlarda bu durum çok belirgin olarak görülür.

Kaynakça : https://bilgiyelpazesi.com/egitim_ogretim/konu_anlatimli_dersler/fen_ve_teknoloji_dersi_konu_anlatimlar/atom_atomun_yapisi_kisimlari_bolumleri_2.asp  

9.Sınıf Kimya Atom Modelleri Konu Anlatımlı Ders Notları | PDF

                  ATOM MODELLERİ

Bilim insanları maddenin yapısı ve maddenin nelerden oluştuğu ile ilgili sorulara cevap bulmak için çok eski zamanlardan günümüze kadar birçok araştırma ve çalışma yapmışlardır. İlk teoriler MÖ 400 lerde yapılmış. Democritus maddenin gözle görülmeyen ve bölünemeyen taneciklerden oluştuğunu düşünmüş ve bölünemeyen anlamında “Atomos” adını vermiştir. Bunu takiben birçok bilim insanı bu alanda çalışarak farklı fikirler ortaya atmış.

Dalton Atom Teorisi

Bir demir parçasını sürekli iki eşit parçaya böldüğümüzü düşünelim. Her parça demire ait tüm fiziksel ve kimyasal özellikleri taşıyacaktır. Bu işlem en nihayetinde bölemediğimiz ve yine demir özelliklerini gösteren en küçük parçaya kadar sürer. İşte bu en küçük “demir” parçası Dalton modeline göre demir atomudur.
NOT: Sizlere daha iyi ve güncel ders notu sunabilmek için kendimizi sürekli yeniliyoruz. Sizlerde son eklenen güncel ders notları ve eğitim haberlerinden anında haberdar olmak istiyorsanız sitemize Üye Olarak bildirimlerden anında haberdar olabilirsiniz. ÜYE OLMAK İÇİN TIKLAYIN
 

Dalton’un teorisine göre;

  1. Elementler atom adı verilen bölünemeyen taneciklerden oluşur. Atomlar kimyasal yollarla oluşmaz ve yok olmaz
  2. Bir elementin atomları kendi arasında özdeştir, diğer elementlerin atomlarından farklıdır.
  3. Kimyasal bileşikler elementlerin basit oranlı birleşimi ile oluşur

Dalton’un düşüncesindeki atom sert küreye benzetilebilir

Eksiklikleri:

  • İzotop atomların farkına varılamadı
  • Atom boşluksuz değil boşluklu yapıdadır
  • Atom en küçük tanecik değildir
  • Atom bölünebilir
 

Thomson Atom Modeli

Thomson gazlarla yaptığı deneylerle atomun elektrik yüklü yapısını (+ ve -) keşfetti. Elektronun yükünün kütlesine oranını hesapladı (e/m). (Negatif yüklü taneciklere George Stoney elektron adını vermiştir.

Bu modele göre;

  1. Atom küre şeklindedir.
  2. Küresel yapı (+) yüklüdür. (-) yükler çok küçük kütleye sahiptir, hareket etmezler ve bu artı yapı içinde gömülüdür. Bu yükler birbirine eşit büyüklükte olarak atomun yükünü nötrleştirir.
Bu şekliyle atom “üzümlü kek” e benzetilebilir. Kekin hamuru (+), üzümler (-) yüklerdir.

Eksiklikleri:

  1. Atom çekirdeği ve nötronların varlığını ortaya koyamadı
  2. Atomdaki proton ve elektronların rastgele dağıldığını ileri sürmesi de yanlıştı
   

Rutherford Atom Modeli

Rutherford, α,  alfa (He+2) yüklü parçacıkları hızlandırarak çok ince altın folyo üzerine gönderdiği bir saçılma deneyi yapmış. Bu deneyde parçacıkların çoğu folyoyu delip geçmiş, bazı α parçacıkları büyük açılarla, bazıları da geldikleri yönün tersine saçılmış. Thomson haklı olsaydı bu sapmaların olmaması gerekiyordu. Rutherford’a göre alfa parçacıklarının sapma nedeni, atomun merkezinde kütlece yoğun pozitif yüklü küçük bir kısmın bulunmasıydı. Daha sonra bu bölgeye atomun çekirdeği adını verdi.

Rutherford’un geliştirdiği Çekirdekli Atom Modeline göre:

  1. Atomun merkezinde pozitif yükün toplandığı ve atomun kütlesinin çoğunu oluşturan bir çekirdek vardır. Çekirdek, elektronların yüklerini dengeleyecek kadar pozitif yük taşımaktadır ve bu pozitif yüklere proton adını vermiştir.
  2.  Çekirdeğin etrafında dolanan elektronlar vardır. Elektronlar geniş boşluklar bırakacak şekilde dağılmış hâldedir. Atomun büyük kısmı boşluktur
  Rutherford Atom Modelinde (+) yüklü çekirdek, (-) yüklü elektronlar ve aralarındaki boşluklu yapı aşağıdaki şekilde gösterilmiştir.    

Eksiklikler:

  1. Elektronun yerini tam olarak belirleyememesi
  2. Thomson’un teorisine göre çekirdek etrafında dolanırken ivmeli hareket yaptığını ve bu yüzden  elektromanyetik ışıma yaparak enerjisinin azalması  gerekir ve elektronlar enerji kaybedeceği için çekirdeğe düşmesi gerekir. Elektronların neden böyle yapmadığını açıklayamadı.
  3. Atomların niçin her frekansta ışıma yaymayıp sadece belli frekanslara sahip ışıma yaydıklarını açıklayamamıştır.
Her atom elektromanyetik tayf içinde, kendine özgü frekanslarda ışıma yapar. Renkli çizgiler bu frekansları göstermektedir

Bohr atom modeli

Bohr sürekli olarak enerji kaybeden klasik elektron probleminden kurtulmak için Planck’in kuantumlu enerji düzeyleri düşüncesini yörüngede dolanan elektronlara uyguladı. Hidrojen atomlarını içeren bir ortam, uygun bir kaynakla uyarıldığında yayılan ışık önce bir yarıklı levhadan geçirildi. Daha sonra prizmadan geçirilen ışık ekran üzerine düşürüldüğünde bir çizgi (kesikli) tayfı yani belirli frekanstaki ışınları içeren tayf oluştu Bohr bu gözlemi sonucunda iki varsayım öne sürdü.
  1. Atomdaki elektronların ışıma yapmadan kararlı bir şekilde belirli enerji düzeylerinde ve çembersel yörüngelerde açısal momentumu (h /2 π) tam katları olacak şekilde bulunur(h Plank Sabiti)
  2. Elektron, bulunduğu yörüngeden daha yüksek enerjili bir yörüngeye ancak dışarıdan enerji alarak çıkabilir. Yüksek enerjili kararlı bir yörüngeden (bir dış yörüngeden), daha düşük enerjili kararlı bir yörüngeye (bir iç yörüngeye) kendiliğinden atlayabilir. Bu atlayışta elektron, yörüngeler arasındaki enerji farkını bir foton olarak salar.

Eksiklikleri:

  • Bohr Atom Teorisi hidrojen atomunun ve tek elektronlu iyonların davranışını başarılı bir şekilde
açıklamasına  rağmen çok elektronlu atomların davranışlarını açıklamada yetersiz kaldı.
  • atomların spektrumun da ki bazı çizgilerin neden daha parlak olduğunu açıklayamadı
  • atomlar arasındaki bağların nasıl oluştuğunu açıklayamadı
  • atomların birleşerek molekülleri nasıl oluşturduğunu da açıklayamadı.
 

Modern Atom Teorisi

Bohr atom modelinin açıklayamadığı durumlar bilim insanlarını yeni araştırmalara yönlendirdi. İlk olarak, Louis-Victor Pierre Raymond de Broglie, madde ve dalganın birbirinden bağımsız olmayıp birbirini tamamlayan parçalar olduğunu iddia etti. De Broglie’ye göre hareket eden her parçacığa bir dalga eşlik eder. De Broglie, momentumu P olan taneciğe eşlik eden dalganın dalga boyunun λ = h/P                                                                     bağıntısı ile bulunacağını ileri sürdü. Her parçacık için geçerli olduğu ileri sürülen bu durum,Bohr atomundaki elektrona uygulandığında, 2 . π . rn = n . λ bağıntısı elde edilir. Buna göre, elektronun çekirdek etrafında dolandığı yörüngenin çevre uzunluğu, elektrona eşlik eden dalganın dalga boyunun tam katları ile orantılıdır. (n, yörünge numarası, rn bu yörüngenin yarıçapı ve λ da aynı yörüngede elektrona eşlik eden dalga boyudur). De Broglie’nin dalga ve tanecik özelliğini bir araya getirmesi , KuantumMekaniği’nin doğuşuna sebep olmuştur.

Belirsizlik İlkesi

Heisenberg’ın ortaya koyduğu bu ilkeye göre, atom içinde elektronların yerini ve momentumunu tam olarak belirlemek olanaksızdır. Bu durumun ölçüm aletlerinin yetersiz kalmasıyla da bir ilişkisi yoktur. Elektronun yerindeki belirsizlik(Δx) artarsa momentumundaki belirsizlik(ΔP)azalır.  Bu ilkeye göre bir elektronun konumundaki belirsizlik ile momentumundaki belirsizliği arasında, Δx . ΔP ≥ ћ/2 ilişkisi vardır. Schrödinger de benzer şekilde  “Atom içinde hareket eden elektronların net yerlerinden söz etmek mümkün değildir. Ancak elektronların bulunma ihtimallerinin yüksek olduğu yerler tespit edilebilir.” görüşünü ortaya koydu. Elektronların bulunma ihtimalinin olduğu bölgelere elektron bulutuadı verildi. Schrödinger atoma matematiksel bir yaklaşım getirerek“Schrödinger Denklemi” olarak bilenen denklemi açıkladı. Bu denklemle elektronların atom içindeki yeri, enerjileri ve açısal momentumları gibi fiziksel özellikleri hakkında sonuçlar elde edildi. Kaynakça : https://www.fizikbilimi.gen.tr/atom-modelleri/

9.Sınıf Dillerin Sınıflandırılması Konu Anlatımı

9.Sınıf Dillerin Sınıflandırılması ve Türkçe’nin Dünya Dilleri Arasındaki Yeri Konu Anlatımı

Bugün yeryüzünde kaç dil konuşulduğu kesin olarak belli değildir. Bununla birlikte yeryüzünde konuşulan dil sayısının ortalama 3000-3500 arasında olduğu tahmin edilmektedir.

9.Sınıf Dillerin Sınıflandırılması ve Türkçe’nin Dünya Dilleri Arasındaki Yeri Konu Anlatımı;


1. DİLLERİN SINIFLANDIRILMASI

* Bugün yeryüzünde kaç dil konuşulduğu kesin olarak belli değildir. Bununla birlikte yeryüzünde konuşulan dil sayısının ortalama 3000-3500 arasında olduğu tahmin edilmektedir.
* Yeryüzündeki diller, ses sistemi, biçim yapısı ve söz dizimi bakımından bazı yakınlıklar ve benzerlikler gösterir. Diller arasındaki bu yakınlık ve benzerliğe dil aileleri (dil akrabalığı) adı verilir. Yeryüzündeki diller yapı ve köken olmak üzere iki bakımdan incelenir: A. Yapı Bakımından Dünya Dilleri 1. Tek heceli diller:
  • Bu dillerdeki sözcüklerde çekim eki yoktur.
  • Sözcükler ek almadan değişime uğramadan kalmaktadır.
  • Cümle içerisinde sözcükler, bulundukları yere ve başka sözcüklerle yan yana gelme durumuna göre anlam kazanır.
  • Yeryüzünde Çince ile Vietnam dili ve bazı Himalaya ve Afrika dilleri ve Avrupa’da Bask dili bu gruba girer.
2. Eklemeli (Bitişken) Diller:
  • Bu dillerde bir veya daha çok heceli köklere yapım ve çekim ekleri eklenir.
  • Köke getirilen yapım ekleri ile yeni sözcükler, yeni kavramlar türetilir.
  • Bu dile en güzel örnek Türkçedir. Ayrıca Altay dilleri, (Moğolca, Mançu-Tunguz) küçük ayrımlarla Japonca; Ural dilleri (Fince, Macarca, Samoyetçe) ile bazı Asya ve Afrika dilleri bu gruba girer.
3. Çekimli (Bükümlü) Diller:
  • Büküm, sözcüğün çekimi sırasında kökün özellikle kökteki ünlünün değişmesidir.
  • Çekim sırasında görülen değişikliklerle yeni sözcükler ve kavramlar ortaya çıkar.
  • Hint- Avrupa dilleri (Almanca, Farsça, Fransızca, Hintçe) ile Arapça çekimli dil grubuna girer.
Köken Bakımından Dil Aileleri Köken Bakımından Dil Aileleri B. Köken Bakımından Dünya Dilleri 1. Hint – Avrupa Dilleri Ailesi a. Asya Kolu: Hintçe, Farsça, Ermenice b. Avrupa kolu: * Germen (Cermen) Dilleri: Almanca, İngilizce, Felemekçe (Hollanda’da ve Belçika’nın bir kısmında kullanılan dil). * Romen Dilleri: Latince, Fransızca, İspanyolca, Portekizce, İtalyanca * İslav Dilleri: Rusça, Sırpça, Lehçe (Lehistan bölgesinde kullanılan dil). 2. Hami-Sami Dilleri Ailesi: Akatça, Arapça, İbranice 3. Bantu Dilleri Ailesi: Orta ve Güney Afrika’da yaşayan Bantuların dilleri bu gruba girer. 4. Çin Dilleri Ailesi: Çince ve Tibetçe bu ailedendir. 5. Ural- Altay Dilleri Ailesi: a. Ural Kolu: Fince, Macarca, Estonca b. Altay Kolu: Türkçe, Moğolca, Mançuca “ Türkçe dünya dilleri arasında yapı bakımından sondan eklemeli dil grubuna girer. Köken bakımından ise Ural-Altay dil ailesinin Altay koluna bağlıdır. “

2. TÜRK DİLİNİN TARİHÎ GELİŞİMİ

Türk dilinin kökeni çok eski çağlara dayanmaktadır. Bugüne dek Türk dili gelişme aşamalarına göre şöyle sınıflandırılır : 1. Altay Çağı: Altay çağında Türkçe henüz bir dil niteliği kazanmamıştır. Türkçe-Moğolca dil birliğinin görüldüğü dönemdir. 2. En Eski Türkçe Çağı: Bu çağla ilgili kesin bilgiler yoktur. 3. İlk Türkçe Çağı: MÖ 5. yy – MS 5-6. yy arasını kapsar. Hun İmparatorluğunun hakim olduğu dönemdir. Bu dönemde Hun İmparatoru Mete Han’ın anlatıldığı Oğuz Kağan Destanı yazılmıştır. 4. Eski Türkçe Çağı: Bu çağ 5. yy – 10. yy arası dönemi kapsar. Türkçenin bilinen en eski örnekleri bu dönemden (8. yy) kalmıştır. Eski Türkçe Çağı, Türk adının kullanıldığı ve ilk Türkçe belgelerin ortaya konulduğu çağdır. Türk adı ilk kez (550-745) yılları arası devlet kuran Göktürkler’de kullanılmıştır. Eski Türkçe Çağı, Göktürkçe ve Uygurca olmak üzere iki döneme ayrılır. Göktürkçe, Çin’in kuzeyinde bugünkü Moğolistan’da büyük bir göçebe devleti kuran Göktürklerin dilidir. Bu dönemde Tonyukuk Anıtı, Kültiğin Anıtı ve Bilge Kağan Anıtı yazılmıştır. Uygurca ise yerleşik hayata geçerek tarımla uğraşan Uygurların dilidir. Bu dönemde Altun Yaruk (Altın Işık) adlı metin ile Budizm ve Maniheizme ait bazı dinî metinler yazılmıştır. 5. Orta Türkçe Çağı: 10. ve 16. yüzyıllar arası kullanılan Türkçe dönemidir. Türkler İslâmiyet’i bu dönemde kabul etmişlerdir. Bu dönemde eski Türkçe özellikleri korunmakla birlikte din yoluyla Arapçadan, Farçadan yeni yeni sözcükler dilimize girmeye başlamıştır. Bu dönem üç ayrı sahada gelişme göstermiştir. a. Doğu Türkçesi (Çağatayca) b. Batı Türkçesi (Anadolu Türkçesi, Azeri Türkçesi, Türkmence) c. Kuzey Doğu Türkçesi (Kırgızca ve Kazakça) 6. Yeni Türkçe: 16.- 20. yüzyıllar arası dönemi kapsar. Osmanlıca, Azeri Türkçesi, Çağatayca, Özbekçe vb. dillerden oluşur. 7. Modern Türkçe: 20. yüzyıl ve günümüz Türkçesini kapsar.  

TÜRKÇENİN GELİŞMESİNE KATKI SAĞLAYAN ESERLER

Türklerin 10. yüzyıldan itibaren İslâmiyeti kabul etmesiyle birlikte din, dil ve kültür hayatlarında önemli değişiklikler olmuştur. Bu dönemde bilim dili olarak Arapça, edebiyat dili olarak da Farsça kullanılmaya başlanmıştır. Dil ve kültür alanındaki bu etkilenme sonucu Arapçadan, Farsçadan dilimize pek çok sözcük ve kavram girmiştir. Ancak Türkçe bir taraftan da varlığını sürdürmüştür. Özellikle Karahanlılar döneminde (932-1212) dil ve edebiyatımız açısından önemli sayılan Kutadgu Bilig, Divanü Lügati’t Türk ve Atabetül Hakayık adlı eserler yazılmıştır.   Anadolu’da Türkçenin gelişmesi ise şöyle olmuştur: 11-12 ve 13. yüzyıllarda Anadolu’da Anadolu Selçukluları devleti yönetime hâkimdi. Bu dönemde devletin resmî dili Farsça idi. Edebiyat ve sanat dili olarak Farsça, bilim dili olarak da medreselerde Arapça öğretiliyordu. Aydınlar eserlerini Arapça–Farsça ya da bu dillerin karışımıyla yazıyorlardı. Türkçenin gelişimine 12 ve 13. yüzyıllarda Şeyyat Hamza, Ahmet Fakih, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Hoca Dehhani, Dede Korkut vb. pek çok yazar ve düşünür katkı sağlamıştır.

Hint-Avrupa Dilleri Ailesi Dünyadaki Başlıca Dil Aileleri

1. Hint-Avrupa  Dilleri Ailesi

Hint-Avrupa dil ailesi Dünya’nın en büyük dil ailesidir. Yüzlerce dil ve lehçe içerir. Dünyada 2,5 milyarı aşkın kişinin ana dili Hint-Avrupa dil ailesine ait bir dildir. Avrupa’nın en büyük dilleri, Güney ve Batı Asya dilleri, Kuzey ve Güney Amerika ve Okyanusya’da en çok konuşulan diller Hint-Avrupa dilleridir. Günümüzde dünyada en çok konuşulan 20 dilden 12’si Hint-Avrupa dil grubuna aittir. Bunlar İngilizce, İspanyolca, Hintçe, Portekizce, Bengalce, Rusça, Almanca, Fransızca, Marati, İtalyanca, Puncapca ve Urduca’dır. a. Hint-İran Dilleri: İran, Afgan, Pakistan, Hindistan, Sri Lanka, Nepal dilleri, b. Slav Dilleri: Rusça, Bulgarca, Lehçe (Polonya), Çekçe, Slovakça, Baltık dilleri, c. Roman Dilleri (Latinceden türetilmiş diller): İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Portekizce, Rumence… ç. Cermen Dilleri: İngilizce, Almanca, Felemenkçe, İsveççe, Norveççe… Bu dillerden başka Yunanca, Arnavutça, Keltçe, Litvanca, Hititçe de Hint-Avrupa Dil Ailesinin Avrupa koluna girer.

2. Hami-Sami Dilleri:

Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya yayılmış çeşitli topluluklarca konuşulan yaklaşık 250 dilden oluşur. Hami ve Sami alt grupları olmak üzere ikiye ayrılır. a. Hami Dilleri: Eski Mısır dili, Kuşi dili, Libya-Berber dili, Çad dili, b. Sami Dilleri: Arapça, İbranice (Kenanca), Habeşçe, Akatça. Bu ailenin yaşayan en önemli dilleri Arapça ve İbranicedir.

3. Bantu Dilleri:

Bantu Dilleri Orta ve Güney Afrika’da yaşayan kabilelerin konuştukları 400’den fazla dilin bütününe verilen addır. Lingalaca, Lubaca, Kongoca, Swahili (Svahili), Pölce, Susuca, Gurca, Akanca Bantu dilleri grubundandır. Aslında Bantu’yu bir dil ailesi olarak adlandırmak yanlış olur, çok farklı kurallar içeren diller de bu grubun bir üyesi olabilir. Bantu bölgede konuşulan dillere verilen genel addır. Bantu sözcüğünün ne anlama geldiği konusunda ortak kabul görmüş bir görüş olmasa da bantu birçok Bantu dilinde “insan” anlamına gelir.

4. Çin-Tibet Dilleri:

Çin (Sin) ve Tibet-Burma Dilleri gruplarında yer alan 300 Doğu Asya dilinden oluşur. Çince, Tibetçe, Dzongka, Birmanca, Vietnamca ve Kmerce bu gruba girer.

5. Ural-Altay Dilleri:

Ural ve Altay dilleri akrabalığı öteden beri tartışma konusu olmuştur. Ne var ki, genel görüşe göre, bu iki kol tek kaynatan çıkmış, ancak zamanla akrabalık bağları çok zayıflamıştır. Ural-Altay Dil Ailesi  

Tarih – Tarih ve Zaman Konu Anlatım Ders Notları PDF

Tarih – Tarih ve Zaman Konu Anlatım Ders Notları PDF

Tarihin Konusu Nedir?

Tarih biliminin konusunu geçmişte yaşayan insanların faaliyetleri oluşturur. Tarih: geçmiş devirlerdeki insanların kültür ve medeniyetlerini, sosyal, siyasi, dini ve ekonomik faaliyetlerini, birbirleriyle ilişkilerini yer ve zaman göstererek, sebep ve sonuç ilişkilerini araştırıp inceleyen sosyal bir bilimdir. Bu faaliyetleri belirli bir metod ve yöntemle değerlendirip, sonuçlarını açıklamaya çalışan bilim insanlarına “tarihçi” denir.

Bir olayın tarih biliminin kapsamı içine alınması için; o olayın üzerinden belirli bir süre geçmiş olmalı, olayın geçtiği yer ve meydana geldiği zaman belirtilmelidir.

Tarihin konusunu oluşturan insan faaliyetleri olay ve olgulardan meydana gelir.

Tarih nedir? İnsanlar niçin tarihi öğrenmek isterler? Bu soruların cevabını bulmak ve geçmişini anlamak, geleceğe ışık tutmak için insanlar tarihi araştırma ve inceleme gereği duymuşlardır. Tarih, geçmişte yaşanan olayları inceleyen bir bilimdir. Tarihsel süreç içerisinde yer alan insanlar geçmişlerini merak ederler. Geçmişte yaşanan olaylarla ilgili araştırmalar yaparlar. Tarihin ışığında geçmişi anlamaya ve sorgulamaya çalışırlar. Bu amaçla tarihçiler yetiştirirler. Toplumlar, geçmişleriyle ilgili edindikleri bilgileri gelecek kuşaklara aktarmak gereği duyarlar. Böylece geleceğe yon vermek isterler. a) Tarihin tanımı ve özellikleri Tarih, geçmişten bize ulaşan günümüzde ortaya çıkan, eleştirel ve yorumlu bir anlayışla incelenen kalıntılardır. (Turner)Tarih, çevremizi saran ve bizi meşgul eden bugünün kaygı, sıkıntı ve sorunlar adına geçmiş zamanların sorgulamasından başka bir şey değildir. (Fernand Braudel) Tarih, tarihçilerle olgular arasındaki kesintisiz etkileşim veya bugün ile geçmiş arasındaki bitmeyen bir diyalogdur. (Edward Hallett Carr) Tarih, İnsanlığın eylem ve fikirlerinin gelişimini takip eden, fertler ve topluluklar tarafından gerçekleşen eylemler ve ortaya atılan fikirleri ve bunların sonucunda gerçekleşen olayları inceleyen bilimdir. (Zeki Velidi Togan) Tarih; çağlar boyunca yaşamış insan topluluklarının sosyal, iktisadi, kültürel, siyasi ve dini faaliyetlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini yer ve zaman göstererek, sebep-sonuç ilişkisi içerisinde belgelere dayanarak inceleyen sosyal bir bilimdir. Tarih, “insan olarak nereden geliyoruz? Geçmişimiz nedir?” gibi sorulara cevap veren bir bilim olarak da tanımlanır. Bu bilgilere ulaşmak için tarihçilerin nesnel (tarafsız) bilgiler vermesi çok önemlidir. b) Tarihin Konusu Bütün bilimlerin temel konusu eylemdir. Tarih ise bu eylemlerden, toplumsal eylemleri inceleyen bir bilimdir. Genel olarak insan topluluklarını, yaşayışlarını, savaş ve barışlarını, gelenek ve göreneklerini, düşünsel etkinliklerini, dinsel ve kültürel her türlü etkinliklerini inceler. Olay ve Olgu Olay: İnsanı ilgilendiren sosyal, ekonomik, siyasi, dini gibi her alanda olan, ortaya çıkan her şeydir. Olgu: Özellikle oluşum süreci içinde ya da başka bir şeyin belirtisi olarak gözlemlenmiş olaylardan ibarettir. Örneğin, Malazgirt Savaşı bir olaydır. Bu savaş sonrası Anadolu’nun Türkleşmesi ise bir olgudur.

Olay ile Olgunun Farkı:

Olay, kısa sürede olup biter. Örnek verecek olursak Malazgirt Savaşı bir olaydır. Olgu ise daha uzun sürede oluşmaktadır. Örneğin; Anadolu’nun Türk yurdu olması bir olgudur.

c) Tarihte Yer-Zaman İlişkisi Tarihi bir olay için, yer ve zaman en önemli unsurlardır. Tarihi olayın doğru bir şekilde değerlendirilebilmesi için olayın geçtiği yer ve zamanın bilinmesi gerekir. Ayrıca coğrafi şartlar, bölgenin özellikleri, olayların sebep ve sonucunu doğrudan etkilediğinden tarihi olayların geçtiği yerlerin bilinmesi son derece önemlidir. ç) Tarihte Neden-Sonuç İlişkisi Tarihi olaylar devamlıdır. Bir zincirin halkaları gibi birbirlerini sebep ve sonuçlarıyla takip ederler. Bir olay; kendisinden sonraki diğer bir olayın nedeni, kendinden önceki bir olayın sonucudur. Tarihi olaylar bir zincirin halkalar› gibi birbirlerini neden ve sonuçlarıyla takip eder. d) Tarih Biliminin Yöntemi Tarih biliminin amacı, geçmişte yaşanan olayları doğru bir şekilde analiz ederek sonuca ulaştırmaktır. Tarih bilimini fen bilimlerinden ayıran en önemli özelliği tekerrür (tekrar) etmemesi, sonuca ulaşmak için deney ve gözlemin yapılamamasıdır. Tarihi olayların tekrar etmemesinde zaman faktörü etkilidir. Önceki dönemlerde yaşanmış bir olay daha sonraki dönemlerde yer, sebep ve sonuç ilişkisi bakımından benzer özellikler taşısa bile zamanı farklı olduğundan tarihi olayların tekrar etmesi mümkün değildir. Fen bilimleri yaşanmış olan olayları değil, var olan olayları inceler. Oysa tarih, geçmişte yaşanmış ve bitmiş olayları inceler. Tarihi olayları sebep-sonuç ilişkisi içerisinde belirli yöntemlerle araştırarak açıklama yapanlara “tarihçi” denir. Tarihçinin geçmişi aydınlatmak için yararlandığı her türlü yazılı kaynağa “belge“, belgelerin saklandığı yere “arşiv“, incelenen olayla ilgili elde edilen her turlu bilgilere ise “veri” denir. TARİHİN SINIFLANDIRILMASI-TARİHİN TASNİFİ Tarih bilimi çok geniş bir çalışma alanına sahip olduğundan incelenmesinde güçlükler yaşanmaktadır. Bu sebeple tarihi olayları daha iyi incelemek ve öğrenmek için tarihin sınıflandırılarak incelenmesi gerektiği düşünülmüştür. Tarih anlatım türüne ve kapsamına göre iki şekilde sınıflandırılmaktadır. Anlatım türüne göre Tarih kısaca şu şekilde sınıflandırılmaktadır:
  1. Hikayeci tarihçilik
  2. Öğretici tarihçilik
III. Siyasi tarihçilik
  1. Kronik tarihçilik
  2. Sosyal tarihçilik
  3. Araştırmacı tarihçilik
Hikayeci (rivayetçi) tarihçilik; olayları hikayeleştirerek anlatmaktadır. Aslına sadık kalma beklentisi yoktur. Öğretici(pragmatik) tarihçilik; toplumu yönlendirme amacı taşımaktadır. Milli duygular ön plana çıkarılır. Siyasi tarihçilik; sadece siyasi gelişmeleri konu edinmektedir. Kronik tarihçilik; olayları tarih sırasına göre vermektedir. Sebep sonuç ilişkisine bakılmamaktadır. Sosyal tarihçilik; kültür ve uygarlıkları baz almaktadır. Sosyal değişme ve sınıflaşma incelenir. Araştırmacı (bilimsel) tarihçilik; olayları belgelere dayalı olarak sebep sonuç ilişkileri içinde inceleyen günümüz tarihçiliğidir.   Kapsamına göre Tarih ise kısaca şu şekilde sınıflandırılmaktadır:
  1. Zamana göre tasnif
  2. Mekana göre tasnif
III. Konusuna göre tasnif Zamana göre tasnifte; Tarih çağ ve yüzyıllar gibi bölümlere ayrılmaktadır. Zaman dilimleri baz alınmakta, araştırmalar ve incelemeler o doğrultuda yapılmaktadır. Tarihin çağlara ayrılmasında evrensel nitelikte olaylar göz önünde bulundurulmaktadır. Örneğin; Yazının bulunması, Kavimler göçü, İstanbul’un Fethi vs. Mekana göre tasnifte; belli bir coğrafi bölge incelenmektedir. Kıtaların, ülkelerin, bölgelerin, şehirlerin tarihleri incelenmektedir. Örneğin; Asya Tarihi, Avrupa Tarihi, Türkiye Tarihi, Ankara Tarihi vs. Bu tarz tasnifte belli bir coğrafi bölgeyi ele alan eserlerden o coğrafya ile ilgili sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel bilgiler elde edilebilmektedir. Konusuna göre tasnifte; toplumların sosyal, ekonomik, siyasi, dini, hukuki, ve kültürel yönleri incelenmektedir. Detaylara inilerek incelemeler yapılmakta ve araştırılmak istenilen konunun sınırları belli olmaktadır. Örneğin; Kültür Tarihi, Dinler Tarihi, Askeri Tarih, Hukuk Tarihi vs.

TARİHE YARDIMCI OLAN İLİMLER:

Bütün ilimler gibi tarihte işini yaparken diğer ilimlerden yararlanmak zorundadır.

Bunlar;

  1. Coğrafya   -Olayların meydana geldiği yeri ve yerin tarihi olay üzerindeki etkilerini araştırarak tarihe yardımcı olur.
  2. Arkeoloji   -Kazı bilimidir. Toprak ve su altında kalmış olan tarihi eserleri ortaya çıkarıp inceleyerek tarihe yardımcı olur.Özellikle yazının olmadığı tarih öncesi devirlerin aydınlatılmasında önemli rol oynar.
  3. Kronoloji  -Takvim bilimidir. Tarihi olayların zamanını belirler ve olayları oluş sırasına göre sıralayarak yardımcı olur.
  4. Filoloji – Dil bilimidir. Milletlerin dillerini inceleyerek yardımcı olur.
  5. Epigrafi – Kitabeler bilimidir. Kitabeleri ve üzerindeki yazıları inceler.
  6. Sigilografi (mühür
  7. Etnoğrafya (Kültür ) – Toplumların örf,adet ve geleneklerini inceler.
  8. Heraldik (Arma )   – Armaları inceler.
  9. Etnoloji (Kültürler arası iletişim(
  10. Antropoloji – Irk bilimidir.İskeletleri,kemik ve kafa tası yapılarını inceler.
  11. Diplomatik – Devletler arası ilişkileri,antlaşmaları,fermanları inceleyerek yardımcı olur.
  12. Paleografya – Eski yazı bilimidir. Eski yazıları inceleyerek tarihe yardımcı olur.
  13. Sosyoloji – Toplumları ve toplumların tarihi olay üzerine etkilerini araştırır.
  14. Nümüzmatik(Meskukat) – eski paraları inceleyerek tarihe yardımcı olur.
  15. Ekonomi
  16. Kimya – Karbon -14  deneyi ile tarihi buluntuların yaşını ölçer.
  ZAMAN VE TAKVİM Zamanın Ortaya Çıkışı ve Tanımı Zaman; Yaşanılan hayatın, yapılan hareketin ölçüsüdür. Hayatın içinde geçen süredir. Bir işin, bir oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süreye zaman denir. Zaman içerisinde yaşanılan gelişmelerin büyük dilimlerden küçüğe doğru (yıl, ay, gün, saat) bölünmesi takvimlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Takvim; Zamanı gün, ay, yıl olarak belirli bölümlere ayırma yöntemidir. Takvim: Zamanı, gün, ay ya da yıl gibi uzun süreli dönemlere bölen çizelgelere de takvim denir. Takvimlerin hazırlanmasında ay ve güneşin hareketleri esas alınmıştır. Dolayısıyla takvimle uğraşan toplumlarda astronomi bilimi gelişmiştir. Takvimler iki esas üzerine hazırlanmıştır. Bunlar: 1) Güneş Yılı Takvimi: Dünyanın güneş etrafındaki dönüşüne göre ayarlanmıştır. Bir yıl 365 gün 6 saattir. Butakvimde; Dünyanın kendi etrafında bir defa dönmesi ile geçen zamana Gün; Ayın Dünya çevresinde tam bir tur yapması için geçen zaman Ay; Dünyanın Güneş çevresinde tam bir dolanım yapması için geçen zamana da Yıl denir. Not: Güneş Yılı sistemini ilk kullananlar Mısırlılardır. 2) Ay Yılı Takvimi: Ayın dünya etrafında 12 kez dönmesi esas alınmıştır(12 x 29,5 =354 Gün 4 saat). Bu takvimde de Dünyanın kendi etrafında bir dönüşü Gün; Ayın Dünya etrafında bir tur atması Ay; Ayın dünya etrafında Oniki kez dönmesi ile de Yıloluşur. Not: Ay yılı esaslı takvimi ilk kullananlar Sümerlerdir. Ay yılı ile Güneş yılı arasında 11 günlük fark olması nedeniyle Güneş yılı esaslı takvimle Ay yılı esaslı takvim arasında 33 yılda yaklaşık 1 yıllık fark oluşur. Takvim zaman ölçüsü olarak Sümerlerden itibaren kullanılmıştır. Sümerler Ay yılıMısırlılar ise Güneş yılı esasına göre olan ilktakvimleri yapmışlardır. Her (millet)ulus, takvim başlangıcı olarak kendi hayatlarını etkileyen önemli olayları seçmişlerdir. Örneğin; Yunanlılar ilk olimpiyatları, Hıristiyanlar Hz. İsa’nın doğumunu, Müslümanlar Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicretini kullandıklarıtakvimlere başlangıç olarak almışlardır.

Zaman ve Takvim

  • Tarih bilimi açısından takvimin büyük önemi vardır.İnsanlar çok eski dönemlerden beri yaşadıkları zamanı bilmek için çeşitli takvimler kullanmışlardır.
  • Takvim, insanların zaman ölçüsü olarak kullandıkları bir çizelgedir. Ay ve güneş yılı esaslarına göre takvimler düzenlenmiştir.
  • Dünyanın kendi etrafında bir defa dönmesi ile geçen zamana gün denir.
  • Ay’ın Dünya’nın çevresinde dönüşünü esas alan takvimlere Ay yılı esasına dayalı takvim denir. Ay yılı 354 günden oluşur.
  • Dünya’nın güneş çevresinde dönüşünü esas alan takvimlere Güneş yılı esasına dayalı takvimler denir.Güneş yılı 365 gün 5 saat 48 dakika 46 saniyedir.
  • Takvimi ilk kullanan Sümerlerdir. Sümerlerin kullandığı takvim, ay yılı esasına dayanıyordu ve her yılın ayrı bir adı vardı.
  • Nil Deltası’nda yaşayan ve tarımla uğraşan Mısırlılar, bir süre bu nehrin akışını incelemişlerdir. Nil Nehri’nin akış düzenine göre Mısırlılar taşma, tohum atma ve ekin biçme adında yılı üç mevsime ve mevsimide 30’ar günden 4 aya bölerek 360 günden oluşan Güneş Takvimi’ni bulmuşlardır.
  • Daha sonraki dönemlerde Romalılar, Yunanlılar, Babilliler, Çinliler ve Hintliler kendilerine özgü takvimler kullanmışlardır.
Takvim, zamanı yıllara, aylara, haftalara ve günlere ayırma yöntemidir. Zamanı bilme ve verimli kullanma gerekliliği takvim gibi önemli bir buluşun ortaya çıkmasına yol açmıştır. İnsanlar tarihin akışı içinde zaman ölçüsü olarak çeşitli takvimler kullanmışlardır. Yaptıkları astronomik gözlemler sonucunda yıldızların, Ay’ın ve Güneş?in hareketlerine dayanan takvimler meydana getirilmiş ve geliştirilmiştir. Takvimin kullanılmasında Sümerler ve Mısırlılar öncü olmuşlardır. İlk “Güneş takvimi”ni Mısırlılar, ilk “Ay takvimi”ni ise Sümerler oluşturmuştur. Sümerler, 360 günden ibaret olan ay yılını, 30 günlük 12 aya bölmüşlerdir. Ay?ın dünya çevresinde 12 kez dönmesi, bir ay yılını oluşturur. Mısırlılar ise güneş yılını 365 gün olarak kabul ederek 12 aya bölmüşlerdir. Dünyanın Güneş çevresinde bir kez dönmesi güneş yılını oluşturur. Mısırlılar tarafından güneş yılı esasına göre oluşturulan takvim Roma Hükümdarı Julius Caesar (Jül Sezar) zamanında yeniden düzenlenmiş ve “Jülien (Jülyen) takvimi” adıyla kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonra Jülien takvimi, Papa XIII. Gregorious tarafından yeniden oluşturularak “Gregoryen takvimi” adını almıştır. Zaman içerisinde kullanımı yaygınlaşarak günümüze kadar ulaşmıştır. Bugün dünya genelinde bu takvim kullanılmaktadır. Takvime başlangıç olarak da tarihî olaylar esas alınmıştır. İbraniler, MÖ 3761 yaratılış yılını; Yunanlılar, ilk olimpiyat oyunlarının yapıldığı MÖ 776; Romalılar, Roma şehrinin kuruluşu olan MÖ 753; Müslümanlar da Hz. Muhammed (S.A.V.)’in Mekke’den Medine’ye hicret ettiği 622 yıllarını başlangıç olarak kabul etmişlerdir. TÜRKLERİN KULLANDIKLARI TAKVİMLER Türk toplulukları tarih boyunca kendi yaptıkları takvimleri ve başka uluslardan öğrendikleri takvimleri kullanmışlardır. Türklerin değişik takvimler kullanmalarında, inanç değişiklikleri, kültürel gelişmelere açık olmaları, ekonomik gereksinimlerini ve diğer devletlerle ilişkilerini kolaylaştırmayı düşünmeleri etkili olmuştur. 1- 12 HAYVANLI TÜRK TAKVİMİ Türklerin kullandığı en eski ve ilk takvimdir. Güneş yılını esas alır. Bu takvimde her yıl bir hayvan adıyla anılıyordu. 12 yıl bitince birinci yıldan yeniden başlanıyordu. 1.Sıçan-Fare        2.Ud-Sığır             3.Bars-Pars           4.Tabışgan-Tavşan            5.Lu-Ejder            6.Ilan-Yılan         7.Yunt-At 8.Koy-Koyun   9.Biçin-Maymun                 10.Taguk-Tavuk                 11.İt-Köpek         12.Tonguz-Domuz                   2- HİCRİ (KAMERİ) TAKVİM Türkler Müslüman olduktan sonra bu takvimi kullanmaya başlamışlardır. Ay yılını esas alır. Başlangıç olarak Hz. Muhammed’in (sav) Mekke’den Medine’ye Hicret ettiği Miladi 622 yılını alır. İslâm tarihinde Hz. Ömer döneminden itibaren kullanıldı. Bugün Bayram, mevlitler gibi dini günlerde bu takvimi kullanmaktayız.   Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye Hicret Ettiği Tarih
H.Ö.                                    0                                                  H.S ß————————————————————-I————————————————————-à Hicret   3- CELALİ TAKVİMİ Büyük Selçuklular zamanında Melikşah tarafından hazırlatılan bu takvim güneş yılına göre hazırlanmıştı. Takvim adını Melikşah’ın diğer adı olan Celaleddin’den almıştır. Başlangıç tarihi Miladi 1079 yılıdır. Bu takvimin yılbaşı günü 21 Mart yani nevruz günüdür. Melikşah’tan sonra pek kullanılmamıştır.    4- RUMİ TAKVİM: Osmanlı’da resmi ve mali işlerde kullanılmak üzere 1676’dan itibaren yürürlüğe giren takvimdir. Hicret başlangıç alınmış, fakat Güneş Yılı esas kabul edilmiştir. Bu takvim Osmanlı’da hem resmi hem de mali bütün alanlarda resmen kullanılmaya başlandığında Hicri olarak yıl 1255 idi, Miladi yılda 1839’du, bu yüzden Miladi yıl ile Rumi yıl arasında 584 yıl vardır. Rumi yılda Mart ayı yılbaşıdır. 1926’da Miladi takvim kabul edilmesine rağmen 1982 yılına kadar Mali yılbaşı Mart ayı olmuştur.   5- MİLADİ(MİLAT) TAKVİMİ: Güneş yılına göre hazırlanmıştır. Mısırlılar bulmuş, Romalılar son şeklini vermiştir. Hz. İsa’nın doğumunu başlangıç alır. Ondan öncesi milattan önce kabul edilir. 1 Ocak 1926-dan sonra bu takvimi kullanmaya başladık. Hz. İsa’nın Doğumu M.Ö.                                              0                                         M.S. ß———————————————————————-I———————————————————à Milat    HİCRİ TAKVİMLE MİLADİ TAKVİM ARASINDAKİ FARKLAR 1)- Hicri Takvim AY yılını, Miladi Takvim GÜNEŞ yılını esas alır. Bu yüzden ikisi arasında 11 gün fark vardır. 2)-  Hicri Takvimde 0 yılı yani başlangıç yılı Peygamberin Mekke’den Medine’ye göç ettiği yıldır. Miladi Takvimde ise 0 yılı yani başlangıç yılı Hz. İsa’nın doğum yılıdır.   Hicri tarihlerin miladi tarihe çevrilmesi: 1.Hicri tarih = Fark 33
  1. Hicri tarih – Fark = Sonuç
  2. Sonuç + 622 = Miladi tarih
  Örnek: 857 hicri yılı hangi miladi yıla karşılık gelir?
  1. 857=26
33
  1. 857.26=831
  2. 831 + 622 = 1453
  Miladi tarihlerin hicri tarihe çevrilmesi:
  1. Miladi tarih – 622 =Sonuç
2.Sonuç= Fark 33
  1. Fark + Sonuç = Hicri tarih
  Örnek: 1699 miladi yılı hangi hicri yıla karşılık gelir?
  1. 1699-622=1077
2.1077 =33 33
  1. 33+1077=1110
  Rumi tarihlerin miladi tarihe çevrilmesi: Miladi tarih =Rumi tarih + 584   Miladi tarihlerin Rumi tarihe çevrilmesi: Rumi tarih = Miladi tarih – 584   Osmanlı tarihinde 31 Mart 1325 tarihinde meydana gelen ve 31 Mart Olayı olarak bilinen isyan miladi hangi tarihe rastlar? 1325 + 584 = 1909 miladi tarihe rastlar. Rumi takvimde yıl; mart, nisan, mayıs, haziran, temmuz, ağustos, eylül, teşrinievvel, teşrinisani, kanunuevvel, kanunusani ve şubat aylarından oluşuyordu,

Türklerin Kullandığı Takvimler

1. 12 Hayvanlı Türk Takvimi
  • Türklerin kullandığı en eski takvimdir.
  • Güneş yılına göre düzenlenmiştir.
  • Bu takvimde her yıl bir hayvan adı ile anılmaktadır.
  • Bir yıl; 365 gün, 5 saat olarak hesaplanmış ve 12 aya ayrılmıştır.
  • Diğer takvimler gibi başlangıcı belli değildir.
  • Bu takvim Hunlar, Kök Türkler, Kutluklar, Uygurlar ve Bulgarlar gibi Türk devletleri tarafından kullanılmştır. Günümüzde Orta Asya’da bu takvimi kullanan Türk toplulukları bulunmaktadır
 
12 Hayvanlı Türk Takvimi
 
2. Hicri Takvim
  • Hicri takvim Ay yılı esasına dayalıdır.
  • Başlangıç olarak Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göçü olan Hicret Olayı ( Miladi 622 ) esas alınmıştır.
  • Bir yıl, 354 gün olup Güneş yılı ile arasında 11 gün fark vardır.
  • Hz. Ömer devrinde kullanılmaya başlanmıştır.
  • Türkler, İslamiyet’i kabul ettikten sonra Hicri Takvim’i kullanmaya başlamışlardır.
  • Türkiye’de 1 Ocak 1926’da yürürlükten kaldırılan Hicri Takvim’den sadece dinî günlerin belirlenmesinde yararlanılmaktadır.
  • Günümüzde İran, Pakistan, Afganistan, Suudi Arabistan bu takvimi kullanmaktadır.
 
Hicri Takvim
3. Celâli Takvimi
  • Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın isteği ile Ömer Hayyam tarafından hazırlanmıştır.
  • Güneş yılı esasına göre düzenlenmiştir. 471 hicri yılının Ramazan ayının onuncu gününden itibaren uygulanmaya başlanmıştır.
  • Yılbaşı 21 Mart’tır.
  • Selçuklular tarafından mali işlerin düzenlenmesinde kullanılmıştır.
4. Rumi Takvim
  • Osmanlı Devleti’nde hicri takvim kullanılıyordu. Devlet işlerinde hicri takvimin kullanılması karışıklıklara neden oluyordu.
  • Osmanlı Devleti’nde 1739 tarihinde “mali işlerde kullanılmak üzere” Güneş yılı esasına dayalı Rumi Takvim kabul edilmiştir.
  • Başlangıç olarak Hicret (622) esas alınmıştır.
  • Yılbaşı 1 Mart olarak belirlenmiştir.
  • Miladi Takvim’le aralarında 584 yıl fark vardır.
  • 1 Mart 1926 ‘da Miladi Takvim kabul edilerek Rumi Takvim bütçe uygulamaları dışında kaldırıldı. 1982 yılında mali yılbaşının ocak ayının başına alınması ile tamamen kullanımdan kalkmıştır.
5. Miladi Takvim
  • Miladi Takvim, günümüzde hemen hemen tüm dünyada kullanılmaktadır.
  • Miladi Takvim, Türkiye’de 1926 yılında kullanılmaya başlanmıştır.
  • Dünya’nın Güneş etrafında dönme süresi olan 365 gün 6 saat bir yıl olarak kabul edilmiştir
  • Başlangıcı Hz.İsa’nın doğumudur.
  • Bugün kullandığımız Miladi Takvim, Mısır Uygarlığı’na dayanır.
  • Başlangıç  döneminden önceki döneme milattan önce (MÖ), sonraki döneme de milattan sonra (MS) denir.
  • Güneş yılına göre düzenlenen bu takvim Türkiye’de 26 Aralık 1925 yılında çıkarılan bir kanunla 1 Ocak 1926 tarihinden itibaren kullanılmaya başlanmıştır.
ZAMAN VE TAKVİM Zamanın Ortaya Çıkışı ve Tanımı Zaman; Yaşanılan hayatın, yapılan hareketin ölçüsüdür. Hayatın içinde geçen süredir. Bir işin, bir oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süreye zaman denir. Zaman içerisinde yaşanılan gelişmelerin büyük dilimlerden küçüğe doğru (yıl, ay, gün, saat) bölünmesi takvimlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Takvim; Zamanı gün, ay, yıl olarak belirli bölümlere ayırma yöntemidir. Takvim: Zamanı, gün, ay ya da yıl gibi uzun süreli dönemlere bölen çizelgelere de takvim denir. Takvimlerin hazırlanmasında ay ve güneşin hareketleri esas alınmıştır. Dolayısıyla takvimle uğraşan toplumlarda astronomi bilimi gelişmiştir. Takvimler iki esas üzerine hazırlanmıştır. Bunlar: 1) Güneş Yılı Takvimi: Dünyanın güneş etrafındaki dönüşüne göre ayarlanmıştır. Bir yıl 365 gün 6 saattir. Butakvimde; Dünyanın kendi etrafında bir defa dönmesi ile geçen zamanGün; Ayın Dünya çevresinde tam bir tur yapması için geçen zaman Ay; Dünyanın Güneş çevresinde tam bir dolanım yapması için geçen zamana da Yıl denir. Not: Güneş Yılı sistemini ilk kullananlar Mısırlılardır. 2) Ay Yılı Takvimi: Ayın dünya etrafında 12 kez dönmesi esas alınmıştır(12 x 29,5 =354 Gün 4 saat). Bu takvimde de Dünyanın kendi etrafında bir dönüşü Gün; Ayın Dünya etrafında bir tur atması Ay; Ayın dünya etrafında Oniki kez dönmesi ile de Yıloluşur. Not: Ay yılı esaslı takvimi ilk kullananlar Sümerlerdir. Ay yılı ile Güneş yılı arasında 11 günlük fark olması nedeniyle Güneş yılı esaslı takvimle Ay yılı esaslı takvim arasında 33 yılda yaklaşık 1 yıllık fark oluşur. Takvim zaman ölçüsü olarak Sümerlerden itibaren kullanılmıştır. Sümerler Ay yılıMısırlılar ise Güneş yılı esasına göre olan ilktakvimleri yapmışlardır. Her (millet)ulus, takvim başlangıcı olarak kendi hayatlarını etkileyen önemli olayları seçmişlerdir. Örneğin; Yunanlılar ilk olimpiyatları, Hıristiyanlar Hz. İsa’nın doğumunu, Müslümanlar Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicretini kullandıklarıtakvimlere başlangıç olarak almışlardır.  

Zaman ve Takvim

 
  • Tarih bilimi açısından takvimin büyük önemi vardır.İnsanlar çok eski dönemlerden beri yaşadıkları zamanı bilmek için çeşitli takvimler kullanmışlardır.
  • Takvim, insanların zaman ölçüsü olarak kullandıkları bir çizelgedir. Ay ve güneş yılı esaslarına göre takvimler düzenlenmiştir.
  • Dünyanın kendi etrafında bir defa dönmesi ile geçen zamana gün denir.
  • Ay’ın Dünya’nın çevresinde dönüşünü esas alan takvimlere Ay yılı esasına dayalı takvim denir. Ay yılı 354 günden oluşur.
  • Dünya’nın güneş çevresinde dönüşünü esas alan takvimlere Güneş yılı esasına dayalı takvimler denir.Güneş yılı 365 gün 5 saat 48 dakika 46 saniyedir.
  • Takvimi ilk kullanan Sümerlerdir. Sümerlerin kullandığı takvim, ay yılı esasına dayanıyordu ve her yılın ayrı bir adı vardı.
  • Nil Deltası’nda yaşayan ve tarımla uğraşan Mısırlılar, bir süre bu nehrin akışını incelemişlerdir. Nil Nehri’nin akış düzenine göre Mısırlılar taşma, tohum atma ve ekin biçme adında yılı üç mevsime ve mevsimide 30’ar günden 4 aya bölerek 360 günden oluşan Güneş Takvimi’ni bulmuşlardır.
  • Daha sonraki dönemlerde Romalılar, Yunanlılar, Babilliler, Çinliler ve Hintliler kendilerine özgü takvimler kullanmışlardır.
Takvim, zamanı yıllara, aylara, haftalara ve günlere ayırma yöntemidir. Zamanı bilme ve verimli kullanma gerekliliği takvim gibi önemli bir buluşun ortaya çıkmasına yol açmıştır. İnsanlar tarihin akışı içinde zaman ölçüsü olarak çeşitli takvimler kullanmışlardır. Yaptıkları astronomik gözlemler sonucunda yıldızların, Ay’ın ve Güneş?in hareketlerine dayanan takvimler meydana getirilmiş ve geliştirilmiştir. Takvimin kullanılmasında Sümerler ve Mısırlılar öncü olmuşlardır. İlk “Güneş takvimi”ni Mısırlılar, ilk “Ay takvimi”ni ise Sümerler oluşturmuştur. Sümerler, 360 günden ibaret olan ay yılını, 30 günlük 12 aya bölmüşlerdir. Ay?ın dünya çevresinde 12 kez dönmesi, bir ay yılını oluşturur. Mısırlılar ise güneş yılını 365 gün olarak kabul ederek 12 aya bölmüşlerdir. Dünyanın Güneş çevresinde bir kez dönmesi güneş yılını oluşturur. Mısırlılar tarafından güneş yılı esasına göre oluşturulan takvim Roma Hükümdarı Julius Caesar (Jül Sezar) zamanında yeniden düzenlenmiş ve “Jülien (Jülyen) takvimi” adıyla kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonra Jülien takvimi, Papa XIII. Gregorious tarafından yeniden oluşturularak “Gregoryen takvimi” adını almıştır. Zaman içerisinde kullanımı yaygınlaşarak günümüze kadar ulaşmıştır. Bugün dünya genelinde bu takvim kullanılmaktadır. Takvime başlangıç olarak da tarihî olaylar esas alınmıştır. İbraniler, MÖ 3761 yaratılış yılını; Yunanlılar, ilk olimpiyat oyunlarının yapıldığı MÖ 776; Romalılar, Roma şehrinin kuruluşu olan MÖ 753; Müslümanlar da Hz. Muhammed (S.A.V.)’in Mekke’den Medine’ye hicret ettiği 622 yıllarını başlangıç olarak kabul etmişlerdir. TÜRKLERİN KULLANDIKLARI TAKVİMLER Türk toplulukları tarih boyunca kendi yaptıkları takvimleri ve başka uluslardan öğrendikleri takvimleri kullanmışlardır. Türklerin değişik takvimler kullanmalarında, inanç değişiklikleri, kültürel gelişmelere açık olmaları, ekonomik gereksinimlerini ve diğer devletlerle ilişkilerini kolaylaştırmayı düşünmeleri etkili olmuştur. 1- 12 HAYVANLI TÜRK TAKVİMİ Türklerin kullandığı en eski ve ilk takvimdir. Güneş yılını esas alır. Bu takvimde her yıl bir hayvan adıyla anılıyordu. 12 yıl bitince birinci yıldan yeniden başlanıyordu. 1.Sıçan-Fare        2.Ud-Sığır             3.Bars-Pars           4.Tabışgan-Tavşan            5.Lu-Ejder            6.Ilan-Yılan         7.Yunt-At 8.Koy-Koyun   9.Biçin-Maymun                 10.Taguk-Tavuk                 11.İt-Köpek         12.Tonguz-Domuz                   2- HİCRİ (KAMERİ) TAKVİM Türkler Müslüman olduktan sonra bu takvimi kullanmaya başlamışlardır. Ay yılını esas alır. Başlangıç olarak Hz. Muhammed’in (sav) Mekke’den Medine’ye Hicret ettiği Miladi 622 yılını alır. İslâm tarihinde Hz. Ömer döneminden itibaren kullanıldı. Bugün Bayram, mevlitler gibi dini günlerde bu takvimi kullanmaktayız.   Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye Hicret Ettiği Tarih
H.Ö.                                    0                                                  H.S ß————————————————————-I————————————————————-à Hicret   3- CELALİ TAKVİMİ Büyük Selçuklular zamanında Melikşah tarafından hazırlatılan bu takvim güneş yılına göre hazırlanmıştı. Takvim adını Melikşah’ın diğer adı olan Celaleddin’den almıştır. Başlangıç tarihi Miladi 1079 yılıdır. Bu takvimin yılbaşı günü 21 Mart yani nevruz günüdür. Melikşah’tan sonra pek kullanılmamıştır.    4- RUMİ TAKVİM: Osmanlı’da resmi ve mali işlerde kullanılmak üzere 1676’dan itibaren yürürlüğe giren takvimdir. Hicret başlangıç alınmış, fakat Güneş Yılı esas kabul edilmiştir. Bu takvim Osmanlı’da hem resmi hem de mali bütün alanlarda resmen kullanılmaya başlandığında Hicri olarak yıl 1255 idi, Miladi yılda 1839’du, bu yüzden Miladi yıl ile Rumi yıl arasında 584 yıl vardır. Rumi yılda Mart ayı yılbaşıdır. 1926’da Miladi takvim kabul edilmesine rağmen 1982 yılına kadar Mali yılbaşı Mart ayı olmuştur.   5- MİLADİ(MİLAT) TAKVİMİ: Güneş yılına göre hazırlanmıştır. Mısırlılar bulmuş, Romalılar son şeklini vermiştir. Hz. İsa’nın doğumunu başlangıç alır. Ondan öncesi milattan önce kabul edilir. 1 Ocak 1926-dan sonra bu takvimi kullanmaya başladık. Hz. İsa’nın Doğumu M.Ö.                                              0                                         M.S. ß———————————————————————-I———————————————————à Milat    HİCRİ TAKVİMLE MİLADİ TAKVİM ARASINDAKİ FARKLAR 1)- Hicri Takvim AY yılını, Miladi Takvim GÜNEŞ yılını esas alır. Bu yüzden ikisi arasında 11 gün fark vardır. 2)-  Hicri Takvimde 0 yılı yani başlangıç yılı Peygamberin Mekke’den Medine’ye göç ettiği yıldır. Miladi Takvimde ise 0 yılı yani başlangıç yılı Hz. İsa’nın doğum yılıdır.   Hicri tarihlerin miladi tarihe çevrilmesi: 1.Hicri tarih = Fark 33
  1. Hicri tarih – Fark = Sonuç
  2. Sonuç + 622 = Miladi tarih
  Örnek: 857 hicri yılı hangi miladi yıla karşılık gelir?
  1. 857=26
33
  1. 857.26=831
  2. 831 + 622 = 1453
  Miladi tarihlerin hicri tarihe çevrilmesi:
  1. Miladi tarih – 622 =Sonuç
2.Sonuç= Fark 33
  1. Fark + Sonuç = Hicri tarih
  Örnek: 1699 miladi yılı hangi hicri yıla karşılık gelir?
  1. 1699-622=1077
2.1077 =33 33
  1. 33+1077=1110
  Rumi tarihlerin miladi tarihe çevrilmesi: Miladi tarih =Rumi tarih + 584   Miladi tarihlerin Rumi tarihe çevrilmesi: Rumi tarih = Miladi tarih – 584   Osmanlı tarihinde 31 Mart 1325 tarihinde meydana gelen ve 31 Mart Olayı olarak bilinen isyan miladi hangi tarihe rastlar? 1325 + 584 = 1909 miladi tarihe rastlar. Rumi takvimde yıl; mart, nisan, mayıs, haziran, temmuz, ağustos, eylül, teşrinievvel, teşrinisani, kanunuevvel, kanunusani ve şubat aylarından oluşuyordu,

1. 12 Hayvanlı Türk Takvimi
  • Türklerin kullandığı en eski takvimdir.
  • Güneş yılına göre düzenlenmiştir.
  • Bu takvimde her yıl bir hayvan adı ile anılmaktadır.
  • Bir yıl; 365 gün, 5 saat olarak hesaplanmış ve 12 aya ayrılmıştır.
  • Diğer takvimler gibi başlangıcı belli değildir.
  • Bu takvim Hunlar, Kök Türkler, Kutluklar, Uygurlar ve Bulgarlar gibi Türk devletleri tarafından kullanılmştır. Günümüzde Orta Asya’da bu takvimi kullanan Türk toplulukları bulunmaktadır
 
12 Hayvanlı Türk Takvimi
 
2. 
  • Hicri takvim Ay yılı esasına dayalıdır.
  • Başlangıç olarak Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göçü olan Hicret Olayı ( Miladi 622 ) esas alınmıştır.
  • Bir yıl, 354 gün olup Güneş yılı ile arasında 11 gün fark vardır.
  • Hz. Ömer devrinde kullanılmaya başlanmıştır.
  • Türkler, İslamiyet’i kabul ettikten sonra Hicri Takvim’i kullanmaya başlamışlardır.
  • Türkiye’de 1 Ocak 1926’da yürürlükten kaldırılan Hicri Takvim’den sadece dinî günlerin belirlenmesinde yararlanılmaktadır.
  • Günümüzde İran, Pakistan, Afganistan, Suudi Arabistan bu takvimi kullanmaktadır.
 
Hicri Takvim
3. Celâli Takvimi
  • Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın isteği ile Ömer Hayyam tarafından hazırlanmıştır.
  • Güneş yılı esasına göre düzenlenmiştir. 471 hicri yılının Ramazan ayının onuncu gününden itibaren uygulanmaya başlanmıştır.
  • Yılbaşı 21 Mart’tır.
  • Selçuklular tarafından mali işlerin düzenlenmesinde kullanılmıştır.
4. Rumi Takvim
  • Osmanlı Devleti’nde hicri takvim kullanılıyordu. Devlet işlerinde hicri takvimin kullanılması karışıklıklara neden oluyordu.
  • Osmanlı Devleti’nde 1739 tarihinde “mali işlerde kullanılmak üzere” Güneş yılı esasına dayalı Rumi Takvim kabul edilmiştir.
  • Başlangıç olarak Hicret (622) esas alınmıştır.
  • Yılbaşı 1 Mart olarak belirlenmiştir.
  • ’le aralarında 584 yıl fark vardır.
  • 1 Mart 1926 ‘da Miladi Takvim kabul edilerek Rumi Takvim bütçe uygulamaları dışında kaldırıldı. 1982 yılında mali yılbaşının ocak ayının başına alınması ile tamamen kullanımdan kalkmıştır.
5. Miladi Takvim
  • Miladi Takvim, günümüzde hemen hemen tüm dünyada kullanılmaktadır.
  • Miladi Takvim, Türkiye’de 1926 yılında kullanılmaya başlanmıştır.
  • Dünya’nın Güneş etrafında dönme süresi olan 365 gün 6 saat bir yıl olarak kabul edilmiştir
  • Başlangıcı Hz.İsa’nın doğumudur.
  • Bugün kullandığımız Miladi Takvim, Mısır Uygarlığı’na dayanır.
  • Başlangıç  döneminden önceki döneme milattan önce (MÖ), sonraki döneme de milattan sonra (MS) denir.
  • Güneş yılına göre düzenlenen bu takvim Türkiye’de 26 Aralık 1925 yılında çıkarılan bir kanunla 1 Ocak 1926 tarihinden itibaren kullanılmaya başlanmıştır.
 

Verilerin Grafikle Gösterilmesi – Konu Anlatımlı Ders Notu – PDF

Verilerin Grafikle Gösterilmesi – Konu Anlatımlı Ders Notu – PDF

Veri Nedir?

Bir sonuç çıkartmak ya da çözüme ulaşabilmek için gözlem, deney, araştırma gibi yöntemlerle elde edilen her bilgiye veri adı verilir.

Sütun Grafik Nedir?

Veri gruplarını karşılaştırmak için dik koordinat sisteminde yatay ya da düşey olacak şekilde sütun ya da çubuk kullanılarak çizilen grafik türleridir.

Daire Grafik Nedir?

Verilerin bütüne olan oranını daire dilimleri şeklinde gösteren grafik türüdür. Veriler daire grafiğine merkez açıyla orantılı olarak yerleştirilir. Bu yazımızda sizlere 9.sınıf matematik Verilerin Grafikle Gösterilmesi konusunu konu anlatımlı ders notları şeklinde; pdf, resim, video anlatım, çıkmış sorular eşliğinde en güncel ve çok kapsamlı bir şekilde anlattık. Konu anlatım videosu ve pdf yazının sonundadır. Allah muvaffakiyetler versin…

Çizgi Grafik Nedir?

Sürekli verilerin yatay ve düşey eksendeki değerleri işaretlenerek bulunan noktaların düz çizgilerle birleştirilmesi sonucunda elde edilen grafik türüdür.
NOT: Sizlere daha iyi ve güncel ders notu sunabilmek için kendimizi sürekli yeniliyoruz. Sizlerde son eklenen güncel ders notları ve eğitim haberlerinden anında haberdar olmak istiyorsanız sitemize Üye Olarak bildirimlerden anında haberdar olabilirsiniz. ÜYE OLMAK İÇİN TIKLAYIN
 

GRAFİK YORUMLAMA…

Verilerin veya karşılaştırılması yapılacak değişkenlerin çizgi, tablo, nokta veya şekillerle ifade edilmesine “ grafik ” adı verilir. Grafik türleri olarak; sütun, çizgi, daire, histogram, serpilme ve kutu grafiklerini işleyeceğiz. 1 ) Sütun Grafiği : Belirli bir zaman aralığında bazı veri grup- larının gelişimini veya veri gruplarını karşılaştırmak amacıyla kullanılan grafik türüdür. Eldeki veriler sütunlar veya çubuklar ile gösterilir. Sütun grafiği yatay veya düşey eksende de çubuklar ile gösterilebilinir.
Örnek : Alttaki tabloda bazı öğrencilerin bir dersten aldıkları notlar verilmiştir. Tabloya uygun bir sütun grafiği oluşturunuz. Soru : Alttaki grafik bir sınıftaki öğrencilerin fizik dersinden aldıkları notu göstermektedir. Grafiğe göre ; A ) Sınıf mevcudu 7 kaçtır ? B ) 7 notunu alanlar sınıfın yüzde kaçını oluşturur ? C ) Geçer not 5 ise sınıfın yüzde kaçı kalmıştır ? Soru : Altta bir şirketin 2015 ve 2016 yıllarındaki bazı aylardaki satış miktarlarının karşılaştırılmasını gösteren bir grafik verilmiştir. Grafiğe göre ; A ) Satış rakamları arasındaki farkın en çok olduğu ay hangisi- dir ? B ) Yıl bazında toplam satış miktarlarını bularak, hangi yıl diğerinden adet olarak kaç bin adet fazla satış yapılmıştır? C ) Yıl bazında ortalama satışları bulunuz.

Histogram Grafiği

Gruplandırılmış bir veri topluluğunda, her bir gruptaki veri sayılarının bitişik dikdörtgen şeklinde sütunlar halinde gösterimidir. Histogram genelde sürekli verilerin gösteriminde kullanılır. Özellikle veri sayılarının çok olduğu durumlarda tercih edilir. Her aralık eşit olarak bölünerek gösterilir. Her bir veri için ayrı değil, belirli aralıktaki toplam veri sayısı ile ilgili yorum yapılmasını sağlar.  
Histogram grafiği oluşturulurken aşağıdaki adımlar izlenir. 1. Veriler küçükten büyüğe doğru sıralanır. 2. Açıklık değeri bulunur. 3. İstenilen grup sayısı belirlenir. (Grup sayısı araştırma yapan kişiye göre değişir.) 4. Grup genişliği hesaplanır. Grup genişliği Açıklık / Grup Sayısı değerinden büyük olan en küçük tam sayıdır.  

Veri Türleri

1. Kesikli Veri: Belirli bir aralıktaki her gerçek sayı değerini alamayan veri türüdür. Örneğin bir mağazada satılan ceket sayısı 12,5 olamaz, tam sayı olmak zorundadır. Bir derginin aylık satış sayıları, günlere göre okul kantininden alış-veriş yapan öğrencinin sayıları birer kesikli veridir. 2. Sürekli Veri: Belirli bir aralıktaki her gerçek sayı değerini alabilen veri türüdür. Bir şehrin aylara göre sıcaklık değişimi, bir bitkinin boyunun yıllara göre değişimi, bir ailenin aylara göre tükettiği elektrik miktarı birer sürekli veridir.

Çizgi Grafiği

Sürekli verilerin yatay ve düşey eksendeki değerleri işaretlenerek bulunan noktaların düz çizgilerle birleştirilmesi sonucunda elde edilen grafik türüdür.

Sütun Grafiği

Veri gruplarını karşılaştırmak için koordinat sisteminde yatay ya da düşey olacak şekilde sütun ya da çubuk kullanılarak çizilen grafik türüdür. Sütun grafiği kesikli veriler için kullanılır.

Daire Grafiği

Verilerin bütüne olan oranını daire dilimleriyle gösteren grafik türüdür. Bütünün parçalarıyla ilgili yorum yapılmasını sağlayan en güçlü yöntemdir.

 

Verilerin Grafikle Gösterilmesi ile ilgili Pdf:

 verilerin grafikle gösterilmesi 

– indirmek için üstteki yazıya tıkla

Verilerin Grafikle Gösterilmesi ile ilgili Video Anlatım;


Merkezî Eğilim ve Yayılım Ölçüleri Konu Anlatım Ders Notu -PDF

Merkezi Eğilim ve Yayılma Ölçüleri

Konu ile ilgili PDF, Konu Anlatım Video ve Çıkmış Sorular sayfanın alt kısımlarındadır.
Bu konumuzda merkezi eğilim ve yayılma ölçülerini anlatacağız.Standart Sapma (Merkezi Eğilim ve Merkezi Yayılma Ölçüleri) |Konu Anlatımlı Ders Notları | Öncelikle merkezi eğilim ve yayılma ölçülerini hangi amaçla kullanacağımızı sonra şema halinde ve akılda kalıcı bir kodlamayla gruplandırmaları ve son olarak da bu ölçüleri tek tek inceleyeceğiz. Yazımızın sonunda merkezi eğilim ve yayılma ile ilgili çıkmış soruları, pdf’leri ve video konu anlatımlarını bulabilirsiniz. Merkezi eğilim ölçüleri kısmında; aritmetik ortalamamod (tepe değer) ve medyan(ortanca) incelenecek, merkezi yayılma ölçüleri kısmında ise açıklıkçeyrekler açıklığı vestandart sapma incelenecektir. Merkezi eğilim ve yayılma ölçülerini biz gruplanmış verileri yorumlamakta kullanırız. Bu bilgiler daha kolay yorum yapmamızı ve sonuca daha kolay ulaşmamızı sağlar. Şimdi merkezi eğilim ve yayılma ölçüleri bütün halinde görebileceğimiz şemamıza geçelim.
Şemada göreceğiniz gibi merkezi eğilim ölçülerini OMO şeklinde, yayılma ölçülerini SAÇşeklinde kodlarsanız daha kalıcı olacaktır. Şimdi bu istatistiksel temsil biçimlerinin açıklamalarına geçelim.
NOT: Sizlere daha iyi ve güncel ders notu sunabilmek için kendimizi sürekli yeniliyoruz. Sizlerde son eklenen güncel ders notları ve eğitim haberlerinden anında haberdar olmak istiyorsanız sitemize Üye Olarak bildirimlerden anında haberdar olabilirsiniz. ÜYE OLMAK İÇİN TIKLAYIN
 

 ~MERKEZİ EĞİLİM ÖLÇÜLERİ~

Ortalama (Aritmetik Ortalama)

Verilerin toplamının veri sayısına bölerek buluruz. ÖRNEK Ümit matematik sınavlarından sırasıyla 55, 65 ve 90 alıyor. Buna göre Ümit’in notlarının aritmetik ortalaması kaçtır? Notları toplayıp 3 notu olduğu için 3’e bölmeliyiz. \frac{55+65+90}{3}= \frac{210}{3}=70 buluruz.

Mod (Tepe Değer)

Bir veri grubunda en çok tekrar eden değere mod veya tepe değeri diyoruz. Tepe değeri soruya göre sayı olabileceği gibi başka türde bir bilgi de olabilir. #Veri grubunda her sayıdan bir tane varsa mod yoktur. #Veri grubunda birden fazla mod olabilir.

Ortanca (Medyan)

Bir veri grubundaki sayıları küçükten büyüğe sıraladığımızda tam ortadaki sayıya medyanveya ortanca deriz. # Veri sayısı çiftse ortancayı bulmak için ortadaki iki sayının aritmetik ortalamasını alırız.

~MERKEZİ YAYILMA ÖLÇÜLERİ~

Açıklık

Veri grubundaki en büyük sayıdan en küçük sayıyı çıkararak bulduğumuz değere açıklık veyaaralık diyoruz.

Çeyrekler Açıklığı

Bir veri grubundaki sayılar küçükten büyüğe sıralar ve sayıların ortalamasını buluruz. Ortancadan büyük olan sayıların tekrar ortancasını buluruz. Bulduğumuz bu değere üst çeyrek, ortancadan küçük olan grubun da ortancasını buluruz ve bu bulduğumuz değere ise alt çeyrek deriz. Son olarak üst çeyrekten alt çeyreği çıkardığımızda da çeyrekler açıklığını bulmuş oluruz. ÖRNEK 2, 3, 5, 9, 15, 19, 22 sayılarının çeyrekler açıklığını bulalım.
Konu Anlatımı 2

1) ARİTMETİK ORTALAMA

Verilerin toplamının veri sayısına bölümüyle elde edilir. ÖRNEK: 2, 5, 11 sayılarının aritmetik ortalamasını bulalım. 2+5+113=183=62+5+113=183=6

2) MOD (TEPE DEĞER)

Bir dizideki en çok tekrar eden sayı o dizinin tepe değeridir. # Veri grubunda her veri sadece bir kez verilmişse tepe değeri hesaplanamaz. # Tepe değeri birden fazla olabilir. ÖRNEK: 3, 5, 5, 6, 7, 7, 7, 8, 10 veri grubunun tepe değerini bulalım. En çok tekrar eden veri 7 olduğu için tepe değer 7’dir.

3) MEDYAN (ORTANCA DEĞER)

Bir dizideki sayılar, küçükten büyüğe doğru sıralanır. Ortadaki sayı bu dizinin medyanıdır. # Eğer veri sayısı çift ise medyanı bulmak için ortadaki iki verinin aritmetik ortalaması alınır. ÖRNEK: 3, 5, 7, 8, 9, 10, 12, 18 veri grubunun ortanca değerini bulalım.
Veriler sıralanmış bir şekilde verilmiş. Veri grubunun tam ortasında iki tane sayı olduğu için bu sayıların ortalaması medyandır. 8+92=172=8,58+92=172=8,5

MERKEZİ YAYILMA ÖLÇÜLERİ

1) AÇIKLIK

Dizideki en büyük sayıdan en küçük sayı çıkarılarak bulunan sayı dizinin açıklığıdır. ÖRNEK: 3, 6, 1, 12, 7 veri grubunun açıklığını bulalım. En büyük veri 12, en küçük veri 1 olduğu için açıklık = 12 − 1 = 11’dir

2) ÇEYREKLER AÇIKLIĞI

Dizideki sayılar küçükten büyüğe doğru sıralanır ve bu dizi tam ortadan iki gruba ayrılır. (medyandan) Büyük olan grubun ortanca değerine üst çeyrek, küçük olan grubun ortanca değerine alt çeyrek denir. Üst çeyrekle alt çeyreğin farkına çeyrekler açıklığı denir. ÖRNEK: 12, 15, 20, 22, 25, 29, 32 veri grubunun çeyrekler açıklığını bulalım. Verileri ortadan iki gruba ayırırız. 22 tam ortadadır ve iki gruba da dahil değildir. Üst Grup: 25, 29, 32’dir. Bu grubun ortanca değerine üst çeyrek diyoruz. Üst Çeyrek = 29 Alt Grup: 12, 15, 20’dir. Bu grubun ortanca değerine alt çeyrek diyoruz. Alt Çeyrek = 15 Çeyrekler Açıklığı = 29 − 15 = 14’tür.

3) STANDART SAPMA

Dizideki her bir sayının aritmetik ortalama ile farklarının karelerinin veri sayısının bir eksiğine bölümünün kareköküne standart sapma denir. (Evet biraz karışık bir tanım oldu, aşağıda açıklayalım =) # Tablolar, histogram, çizgi ve sütun grafikleri istatistiksel temsil biçimleridir.

STANDART SAPMA NEDİR?

TANIM: Aritmetik ortalamaları birbirine yakın veya eşit olan iki veri grubundaki çok büyük veya çok küçük değerler verilerin dağılımını etkiler. Bu durumda veri gruplarının merkezi yayılma ölçülerinden olan açıklığına veya çeyrekler açıklığına bakılır. Bu değerler veri gruplarının üst ve alt bölgelerinde yer alan ve verilerin yayılımını etkileyen değerler hakkında tam olarak bilgi vermeyebilir. Bu durumda bir başka merkezî yayılma ölçüsü olan standart sapma kullanılır.
# Standart sapma verilerin aritmetik ortalamaya göre nasıl bir yayılım gösterdiğini anlatır. # Aritmetik ortalamaları aynı olan farklı veri gruplarından; açıklığı küçük olanın standart sapması küçük, açıklığı büyük olanın standart sapması büyüktür. # Standart sapmanın küçük olması bir veri grubundaki değerlerin birbirine yakın olduğunu gösterir. Standart sapmanın büyük olması ise veri grubundaki değerlerin birbirinden uzak olduğunu gösterir. # Standart sapmanın küçük olması, ortalamadan sapmanın ve riskin azlığının; büyük olması ise ortalamadan sapmanın ve riskin çokluğunun bir göstergesidir.

STANDART SAPMA NASIL HESAPLANIR?

Standart sapma hesaplama aşağıdaki adımları takip edilerek yapılır. 1. ADIM) Verilerin aritmetik ortalaması bulunur. 2. ADIM)  Her bir veri ile aritmetik ortalama arasındaki farkın kareleri toplanır. 3. ADIM) Bulunan toplam veri sayısının bir eksiğine bölünerek karekökü alınır. ÖRNEK:  Aşağıdaki veri grubunun standart sapmasını hesaplayalım. 10, 11, 13, 16, 20 1. ADIM) Önce aritmetik ortalamayı hesaplarız. Bunun için verileri toplar, veri sayısına böleriz. 10+11+13+16+20 = 70 70÷5 = 14 2. ADIM) Her bir veri ile aritmetik ortalama arasındaki farkı buluruz ve karelerini toplarız.
Verilerle Ortalama Arasındaki Fark Bu Farkların Kareleri
14 − 10 = 4 42 = 16
14 − 11 = 3 32 = 9
14 − 13 = 1 12 = 1
16 − 14 = 2 22 = 4
20 − 14 = 6 62 = 36
TOPLAM = 66
3. ADIM) Bulduğumuz sayıyı veri sayısının bir eksiğine bölerek karekökünü alırız. 6651−−−√=664−−√=16,5−−−−√4665−1=664=16,5≅4 bulunur. ÖRNEK: İki öğrencinin bir hafta içinde okudukları kitap sayfa sayıları aşağıda verilmiştir. Bu öğrencilerin kitap okuma performanslarını değerlendirelim.
GÜN 1. ÖĞRENCİ 2. ÖĞRENCİ
PAZARTESİ 10 15
SALI 25 10
ÇARŞAMBA 15 35
PERŞEMBE 20 5
CUMA 10 15
ÇÖZÜM:  Hangi öğrencinin günlük kitap okuması fazla bulalım. 1. Öğrencinin Günlük Ortalaması: 10+25+15+20+105=805=1610+25+15+20+105=805=16 2. Öğrencinin Günlük Ortalaması: 15+10+35+5+155=805=1615+10+35+5+155=805=16 İki öğrenci de günlük ortalama 16 sayfa kitap okumuştur. Ortalamaları eşit olduğu için bu öğrenciler arasında daha iyi bir değerlendirme yapabilmek için standart sapmalarına bakarız. Standart sapması düşük çıkan öğrenci daha istikrarlıdır. 1. Öğrencinin Standart Sapması: (1610)2+(1625)2+(1615)2+(1620)2+(1610)251−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−√=62+92+12+42+624−−−−−−−−−−−√=36+81+1+16+364−−−−−−−−−−−√=1704−−−√=42,5−−−−√6,5(16−10)2+(16−25)2+(16−15)2+(16−20)2+(16−10)25−1=62+92+12+42+624=36+81+1+16+364=1704=42,5≅6,5 bulunur.  2. Öğrencinin Standart Sapması: (1615)2+(1610)2+(1635)2+(165)2+(1615)251−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−√=12+62+192+112+124−−−−−−−−−−−−√=1+36+361+121+14−−−−−−−−−−−√=5204−−−√=130−−−√11,4(16−15)2+(16−10)2+(16−35)2+(16−5)2+(16−15)25−1=12+62+192+112+124=1+36+361+121+14=5204=130≅11,4 bulunur. YORUM: İki öğrencinin günlük ortalama okudukları sayfa sayıları aynıdır. Ancak ilk öğrencinin standart sapması, ikinci öğrenciden düşüktür. (Birinci öğrencinin standart sapmasının düşük çıkacağını açıklıklara bakarak da anlayabilirdik.) Standart sapmanın düşük olması bu öğrencinin kitap okuma konusunda daha istikrarlı olduğunu, günlük okuduğu sayfa sayısının daha düzenli olduğunu gösterir.

Merkezi Eğilim ve Yayılma Ölçüleri Konu İle İlgili Çıkmış Sorular:


ÖRNEK 1: Bir sınıftaki öğrencilerin ağırlıkları aşağıda verilmiştir.Bu tabloyu kullanarak erkekler ve kızlar için en küçük değer,en büyük değer, en büyük değer alt çeyrek, üst çeyrek ve ortanca değerlerini bularak kızlar için kutu grafiğini çiziniz.ÇÖZÜM 1:Verilerin genişliğini bulabilmek için kullanılacak en uygun grafik kutu grafiğidir.Ortanca: Veriler küçükten büyüğe sıralandığında veri sayısı tek ise tam ortada kalan terimdir.*Eğer veri sayısı çiftse tam ortaya gelen iki sayının toplamının yarısı ortanca (medyan) dır.Alt Çeyrek: Ortancanın solunda kalan verilerin tam ortasındaki terimdir.Üst Çeyrek: Ortancanın sağındaki verilerin tam ortasındaki terimdir.En küçük değer: Verilerin en küçüğüdür.En büyük değer: Verilerin en büyüğüdür.Şimdi gelelim çözüme,Erkek öğrencilerin ağırlıkları sıra ile yazılır. 55,55,60,60,60,65,65,70,75,75,80Erkekler için en küçük değer: 55en büyük değer: 80ortanca: 65alt çeyrek: 60üst çeyrek: 75Kız öğrencilerin ağırlıkları sırası ile yazılır. 40,45,45,50,50,55,55,55,60,60,65Kızlar için en küçük değer: 40en büyük değer: 65ortanca: 55alt çeyrek: 45üst çeyrek: 60Bilgiler kutu grafiğe aşağıdaki gibi aktarılır.Buna göre grafiği çizelim. ÖRNEK 2:Bir kişinin 10 günde ödediği yemek fiyatları,7,3,5,8,7,4,9,5,4,8 TL dir.Buna göre, bu verilenlerin standart sapmalarını bulalım.ÇÖZÜM 2:*Verilerin aritmetik ortalamasını bulalım.(7+3+5+8+7+4+9+5+4+8)/10=60/10=6 dır.*Her bir veri ile aritmetik ortalama arasındaki fark bulunur.7-6=1,3-6=-3,5-6=-1,8-6=2,7-6=1,4-6=-2,9-6=3,5-6=-2,4-6=-2,8-6=2*Bulunan farkların hepsinin karesi alınır ve kareden elde edilen sayılar toplanır.(1)²+(-3)²+(-1)²+(2)²+(1)²+(-2)²+(3)²+(-1)²+(-2)²+2²=38*Bulunan toplam veri sayısının 1 eksiğine bölünür ve elde edilen bölümün karekökü alınır.
38
10-1
=4,2222
Standart sapma=√4,222…≅2,0548 bulunur.
ÖRNEK 3:Ali’nin Matematik ve Türkçe dersine ait genel durumu verilmiştir. Matematik Yazılı puanı: 64 Sınıfın aritmetik ortalaması: 59 Sınıfın Standart sapması: 16 Türkçe Yazılı puanı : 81 Sınıfın aritmetik ortalaması: 76 Sınıfın standart sapması: 20 ÇÖZÜM 3: Öğrencinin hangisinden daha başarılı olduğunu bulmak için z ve T puanları bulunur.  
z=
Dönüştürülecek puan−Aritmetik Ortalama
Standart Sapma
  olduğundan, Matematik,  
z puanı:
64−59
16
=0,3125
  T puanı, T=10z+50 ise T=53,125’tir. Türkçe,  
z puanı=
81−76
20
  T=10z+50=52,5 T puanı daha büyük olan derste daha başarıldır. Yani Ali matematik dersinde daha başarılıdır.

Merkezi Yayılım ve İstatistik İle İlgili Konu Anlatım Videoları: